30 Ocak 2013 Çarşamba

Yoga ile Düzenli Uyku


Yoga ile Düzenli Uyku -  Esin Yılmaz  
Uyumakta zorlananlar, sabah kalktıklarında hiç uyumamış gibi kendini yorgun hissedenler ya da “insomnia” hastası olanlar için etkili bir yöntem: YOGA
Yoga ile uyku düzenimizi nasıl sağlarız?
Uyku problemimizi çözmek için en sık başvurduğumuz ve bize en kolay gelen yol,  uyku hapları veya sakinleştiricilere sarılmaktır. Ancak ne yazık ki bu yöntem, bedenimizin gösterdiği reaksiyona  karşı direnç göstererek, aslında yeni hastalıkların habercisi olmaktan başka bir işe yaramaz. Öte yandan özellikle yoğun ve yorucu iş hayatı olanların vazgeçilmezi olan kafeinli içecekler de uykusuzluğu tetikleyen bir diğer unsurdur. Öyleyse öncelikle bazı alışkanlıklarımızı değiştirmekle işe başlayabiliriz. Bu sayede yoga çalışmalarımızdan da daha verimli sonuç alırız.
Yogada derin uykuya geçiş, yatmadan önce uyguladığımız gevşeme duruşları, meditasyonlar ve nefes teknikleri ile sağlanabilir. Uykuda geçirdiğimiz zaman sadece dinlenme süreci değil, aynı zamanda beynimizin yenilenme sürecidir. Bu yüzden yogada zihnin sakin ve barış içinde olması çok önemlidir. Sonrasında bedenin gevşemesi, kalbin belli bir ritimde çalışması ve kasların rahatlaması onu takip eder.
O halde bunların hepsini gerçekleştirmek için hangi asanaları uygulamalıyız, onları görelim:
1)Uttanasana(Ayakta öne eğilme): Dizlerinizi kırmadan, bacaklarınız düz olacak şekilde eğilebildiğiniz kadar eğilin. Düzenli nefes alıp verin. Uttanasana, ayakta yapılan duruşlar arasında dinlenme pozu olarak da uygulanabilir. Duruştan çıkarken nefes verin ve sırtınızı düzelterek, kambur yapmadan düz bir şekilde kalın.
2)Balasana(Çocuk Duruşu): Dizleriniz bitişik olarak diz üstü durun ve topuklarınızın üzerine oturun. Öne eğilip alnınızı yere koyun. Kollarınızı vücudunuzun iki yanında arkaya uzatın, avuçlarınız yukarı baksın. Omuzlarınızı gevşetin.
3)Paschimottanasana(Oturarak öne eğilme): Düz bir zemin üzerinde ayaklarınızı uzatarak sırtınız dik olacak şekilde oturun. Yavaşça soluk vererek kollarınızı ayaklarınıza doğru indirirken gövdenizle öne doğru yavaşça eğilin. Ayaklarınızdan tutarak gövdenizle bacaklarınızın üzerine kapanın ve sakin bir şekilde kalın. Düzenli bir şekilde nefes alıp verin.
4)Halasana(Saban Duruşu): Düz zemine  sırt üstü uzanın. Her iki bacağınızı havaya kaldırın ve nefes vererek yavaşça başınızın gerisine uzatın. Eğer boyunda veya belde zorlanma hissediyorsanız, veya fıtığınız varsa parmaklarınızı yere değmesi için zorlamayın. Şayet yere değiyorsa, ellerinizi ayaklarınıza doğru uzatın, ayak parmaklarınızı içe doğru kıvırıp topuklarınızı yavaşça yere doğru itin. Kalabiliyorsanız 1.5-2 dakika bu şekilde kalın.
5)Savasana(Derin Gevşeme Duruşu): Yere sırt üstü uzanın. Kollarınız gövdenizden 15 cm. uzakta olsun ve avuçlarınız yukarı baksın. Parmaklarınız hafifçe bükülebilir. Bacakları ve ayakları iki yana doğru açın. Başınız sağa sola düşmeden bedeni sabit tutun. Üzerinize hafif bir örtü alabilirsiniz. Gözlerinizi kapatın. Yaklaşık 10 dakika kadar bedeninizi rahat bırakın.
6)Sarvangasana( Mum Duruşu); da uykusuzluk için önerilebilir. Bu duruşta bütün yük omuzlar ve boyunda olduğu için herkes uygulayamayabilir. Özellikle yüksek tansiyon hastaları, boyun fıtığı olanlar, kronik baş ağrısı çekenler çok dikkatli yapmalılar bu hareketi. Aksi takdirde sakatlanmalara yol açabilir.
Sırt üstü uzanın. Ellerinizi belinizin altına yerleştirin ve ellerinizin yardımıyla, kollarınız yerde kalacak şekilde tüm bedeninizi yerden yukarı doğru kaldırın. Omuzlardan ayaklara kadar bedeninizi havada düz bir şekilde tutmaya çalışın. Dilersek hareketi, bedenimizi duvara dayayarak da yapabiliriz.
Yogayla sadece uyku sorunumuza değil, her derdimize deva bulabiliriz. Bulmaya da devam edeceğiz. Yeter ki bedenimiz ve zihnimiz bizimle olsun.
Hepinize yogayla süslenmiş tatlı rüyalar dilerim

29 Ocak 2013 Salı

Yoga ile Depresyondan Uzaklaşmak

Yoga ile Depresyondan Uzaklaşmak -  Nazan Nurhan Yıldırım 
Bizler, “depresyon” kelimesini kullandığımızda, hayal kırıklığına uğramışlığımızdan, moralimizin bozuk olmasından veya bir kaybın acısını hissetmekten söz etmeyiz. Bunlar, hepimizin zaman zaman deneyimleyebileceği normal ruh halleridir. Gerçek anlamda yani klinik anlamda depresyon, yaşam kalitesini belirgin şekilde düşürecek ve tedavi edilmediği takdirde intiharla sonuçlanabilecek, sürekli olarak üzgün, umutsuz ve bazen de sinirli olma halidir. Doktorlar, ilaçlar ve bazen psikoterapi yardımıyla, hastalarının ruh halini iyileştirmeye çalışırlar ama yoganın çok daha yüce hedefleri vardır. Yoga, sadece depresyonda olan kişileri deprasyondan kurtarmak değil, aynı zamanda zihinlerine huzur vermek,ve onları yaşamın daha derin amacıyla birleştirerek , mutluluk kaynağına bağlamak ister.

 Depresyonda olan insanların, yaşam enerjileri veya pranaları düşüktür.Bu nedenle, vücuda nefes getiren, özellikle derin nefes almaları içeren uygulamalara odaklanmaları sağlanmalıdır. Vücut ve zihin uygulamaya o kadar odaklanır ki kişinin olumsuz düşüncelere dalmaya fırsatı olmaz. Asanaların da ciddi faydalarından  yararlanmaları sağlanır.Bu hareketli uygulamalar , gergin enerjilerinin bir kısmını atmalarına yardımcı olur ve dikkatlerini toplamalarını sağlar.

 Yoga, hayatın huzurlu, mutlu, keyifli olabileceğini ve bu mutluluk ve tatmin kaynağının kendi içimizde bulunabileceğini öğretir.  Çeşitli yoga uygulamaları, sadece bizi oraya ulaştıran araçlardır. Birkaç yoga uygulaması sadece depresyonu gidermekle kalmaz, aynı zamanda insanların derin bir mutluluk ve huzur kaynağıyla buluşmasını sağlar.

İnsanların, depresyondan çıkış yolculuğu, şimdi bulundukları yerden tek bir adım uzaklaşmalarıyla başlar….. İşte o adımın adı…. Yoga…

24 Ocak 2013 Perşembe

Temsil Sistemlerimiz

Temsil Sistemlerimiz -  Ali Ceyhan 
Duyu organlarımız bizim dış dünyaya açılan pencerelerimiz, başka bir değişle dış dünyayı algılama kanallarımızdır. Bütün bilgilerimizi duyularımız sayesinde elde ederiz. Duyularımızı  kullanma biçimimiz ise bizim düşünce ve deneyimlerimizi etkiler. Karşımızdaki kişilerin düşünme biçimlerini bilmek , yani görsel,işitsel ya da dokunsal(hissel) olup olmadıklarını bilmek özellikle öğretmenler ve herhangi bir konuda sunu yapanlar için oldukça önemli bir durumdur. Özellikle öğretmenlerimiz eğitim sürecinde öğrencilerinin öğrenme biçimlerini bilirlerse ve eğitim sürecinde bunlardan yararlanarak hareket ederlerse, her öğrenciye ulaşma şansını bulurlar ki buda daha kaliteli bir iletişim ve ardından kaliteli öğrenmeleri beraberinde getirir.
     Çevremizdeki örneklere baktığımızda gerek öğretmenlerimiz gerekse de her hangi bir konuda sunum yapacaklar genelde sadece işitsel kanadı kullanırlar. Ya da çok az görselle desteklenen işitsel sunumlar yaparlar. Bunu yaparlarken de kullandıkları kelimelere pek dikkat etmezler. Oysa görsel öğrenenler görmek ,  dokunsal öğrenenler dokunmak isterler. Ayrıca bu farklı öğrenme tiplerine sahip kişileri etkileyen yine farklı kelime , değim ve söz öbekleri vardır. Bu tür etkinliklerde motivasyonu daha uzun süreli tutabilmek ve daha kalıcı öğrenmeler sağlayabilmek için de yine dokunsal, işitsel ve görsel kelime , değim ve sözler kullanmaya özen göstermeliyiz.
     Temsil sistemlerimiz, farklı öğrenme tarzlarımızla bağlantılıdır. Eğitim ortamları çok farklı kişilere hitap ettiğinden ne kadar çok duyu organımıza hitap ederse, yani ne kadar değişik öğrenme biçimlerine hitap ederse, arzulanan hedefe de o kadar daha çok yaklaşılmış olur. Böyle olmadığı taktirde dünyanın en iyi işitsel sunusunu da sunsanız ,görsel ve dokunsal öğrenme sistemlerini tercih eden öğrencilere yeterince ulaşamaz ,onlarda kalıcı öğrenmeler oluşturamazsınız.
     Koçluk yaparken özellikle karşımızdakinin öğrenme sitillerini bilirsek onunla daha iyi iletişim kanalları oluşturur, onunla bir ve bütün olur,iyi bir yol arkadaşlığı temelinde ve güven ortamında çalışabiliriz. Bu konu eğitim sürecinde çok daha büyük bir önem arz ediyor.Çünkü öğretmenlerimiz geleceğimiz olan çocuklarımızın şekillenmesinde önemli bir görev üstlenmişlerdir. Bu nedenle  her öğretmenimiz öğrencilerini gözlemleyerek onların düşünme ve öğrenme sistemlerini tespit ederek özellikle oluşturacağı  öğrenme ortamlarını buna göre dizayn eder ve buna göre materyal hazırlarsa, yine konuşmalarını ve davranışlarını bu bilgiler doğrultusunda düzenlerse, çok güzel sınıf ortamları yaratarak ,öğrencilerimizin severek geldikleri ve hüzünle ayrıldıkları mükemmel eğitim ortamları yani sınıflar oluşturabilirler.

22 Ocak 2013 Salı

Koçluk, Koçluk Sistemi ve Dinleme Bilgeliği

Koçluk, Koçluk Sistemi ve Dinleme Bilgeliği -  Özden GEREN  
Hayatı anlamada yaşamı daha keyifli sürdürmede çok önemli bir farkındalıklar yaratan koçluk sistemi 1980 yıllarında ortaya çıkmış, olgunlaşma süreci başlamıştır.
Koçluk sistemi; insana, insanın iç dünyasına onun kendisi ve diğerleri ile olan ilişkisine evrensel değerlerle yaklaşan, onun beden-zihin-ruh bütünlüğü içinde, bütünün bir parçası olarak ele alan, çözümler geliştiren bir süreç programıdır. İçsel düşünce süreçlerinin, dış dünyamızı nasıl biçimlendirdiğini araştırır. İnsan varlığının doğasında bulunan bilgeliği aktivite etmeyi, ortaya çıkarmayı, hayata yansıtmayı, eyleme dönüştürmeyi hedefler.
Koçluk; Koçluk hizmeti alan kişinin hayatında denge ve doyum yaratmayı hedefleyen ve onu ileriye taşımayı amaçlamış bir süreç programıdır.
İyi bir koç olma yolunda yürüyen bir koç yada koç adayı; koçluk sistemi içindeki bilgileri kendine iyi bir şekilde geçirmeyi, içselleştirmeyi hedeflemeli ve bu yolda araştırmacı ruhunu, yanını hep aktif tutmalıdır.
Koçluk sistemi kişiyi çok geliştirici bir eğitim programı içermektedir. Bu bilgiler çok değerli olup içinde kadim bilgilerde yer almaktadır. Bunlardan bazılarını sıralamak isterim.
-Kurgusal/Akılcı/Bütünsel Düzlem
-Sağ/sol beynin işleyişi. Beyin Dalgaları(Frekansları)
-İçsel Kaynaklar
-Sınırlayan İnanışlardan Özgürleşmek
-Engelleri Kaldırmak
-Etkin Dinleme
-Kaygı/Stres Yönetimi
-Motivasyon
-Sürdürülebilirlik
-Değerler
Koçluk bilgilerinin hepsi birbirinden değerli olmakla beraber; Dinleme Bilgeliği üzerinde durmak isterim.
Dostluğun vazgeçilmez unsuru olan sohbet, sevgi ve erdem merkezli bir iletişim biçimidir. Dost bir yürekten çıkan sözler karşı yürekte güzel yankılar uyandırır. En güzel anlarımız dost meclislerinde sohbetle demlenir. 
Sohbette dostların konuşması kadar dinlemesi de önemlidir. Esasında konuşma ve dinleme yapışık kardeşler gibidir. Birbirinden ayrılmaz. İyi bir konuşmacı aynı zamanda iyi bir dinlemecidir. Sadece konuşan ve ama dinlemeyen kişinin konuşması da dinlenmez. 
Dinleme konuşma biçimine göre değişiklik arz eder. Konferans dinleme, ders dinleme, nutuk dinleme, sohbette dinleme gibi. Bizim yazı konumuz sadece sohbetlerde dinlemeye ilişkindir. 
Dinleme, sadece işitme değildir. Dinleme, kulaklara aklın ve gönlün iştirak etmesidir. Yani bütünsel dinleme yapmaktır. Dinlemek, iletilerin alınmasında etkin bir süreçtir. Dinlemek; algılamak, duyumsamak, özümlemek süreçlerini de içerir. Ve buna bütünsel dinleme denir. 
Dinlemek, sevginin artmasında, dostluğun geliştirilmesinde, yeni fikir üretilmesinde önemli rol oynar. 
Dinlemek,  hem bilgili olmayı hem de gayret ve güç sarf etmeyi gerektirir. Dinlemek bu bakımdan zordur, yorucudur, bir o kadar da kolaydır. Dinlemek büyük insanların özelliklerindendir. Bundan olsa gerek, Goethe “Konuşmak bir gereksinim, dinlemek ise bir sanattır.” demiş.

Sokrat’tan ders almak isteyen bir öğrenciden, ders ücreti olarak hatırı sayılır bir meblağ talep etmiş. Öğrenci “Ben bu kadar paraya 2-3 tane hoca tutabilirim.” deyince, Sokrat bu kez “İyi ama evladım ben bu paraya bir konuşmasını bir de dinlemesini öğreteceğim.” demiş.
Konuşma sanatı üzerine 20 kitap varsa, Dinleme sanatı üzerine 3  adet kitap var! Bu oran yurt dışında daha küçük. Konuş diye başlayan bir kutsal kitap yok. Kuran’ımız Oku diye başlar. Mesnevi “Bişnev” (Dinle) diye başlar. İki kulağımız bir ağzımız var. Bir söyle iki dinle. Dinlemek çok ince bir mekanizmadır.” 
Dinlemenin olmadığı yerde anlaşma olmaz. Dinlemenin olmadığı yerde konuşmanın anlamı kalmaz. Dinlemek;  gelişmenin, medeni olmanın, saygının, nezaketin temel taşıdır. 
Dinlemenin olmadığı yerde konuşmalar bir kör dövüşüne döner. Kişileri dinlemedikçe anlayamayız, anlamadıkça sevemeyiz. Dinlemeksizin konuşma anlaşmanın değil kavganın malzemesi haline gelir. 
Düşünürler dinlemenin önemine dikkat çekmişlerdir. Epiktetos “Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.” Oliver Wendell Holmes “Bilginin doğal sonucu konuşmak, bilgeliğin ayrıcalığı ise dinlemektir.” David J.Schwartz “Konuşmakla hiçbir şeyi öğrenemeyiz, ama sorup dinlemekle öğrenmenin sınırı yoktur” demiş. 
Dinlemek sohbetin temel unsurudur. Dinleme yoksa sohbet de yoktur. Fiziki beraberlik ve karşılıklı konuşma ve işitme vardır. Bu kadar önemli olan dinlemenin önünde hem fiziki hem de şahsi engeller bulunabilir. Dinlemeyi zorlaştıran ya da engelleyen fiziki unsurların başında gürültü gelir. Dinlemenin ön şartı sessizliktir.  
Dinlemenin önündeki şahsi engellerin başında önyargılı olmak gelir. Eğer dinlediğimiz kişiyle ilgili önceden edinilmiş bir hükmümüz, fikrimiz varsa, söylenenleri o açıdan değerlendiririz. Dinlemekten ziyade yargılarımızı doğrulayan verileri algılarız. Bu dinlemeyi ortadan kaldıran bir durumdur. 
Çok gururlu oluşumuz, kendimizi büyük görmememiz de dinleme konusunda bizi zayıf yapar. Dinlemek alçak gönüllüğün de bir nişanesidir. Dinleyerek öğrenme sürecini devamlı kılarız. Öğrenmenin nihai bir noktası da yoktur. Kendimizi çok bilgili görmemiz, gereksiz kifayet duygusuna kapılmamız dinlemeye engeldir. Dinleyerek sıradan insanlardan bile çok önemli şeyler öğrenmemiz mümkündür. 
Eğer sohbette sürekli başkalarının sözünü kesiyorsak; bu bir yandan başkalarına değersiz kendimizi üstün gördüğümüzün diğer yandan duygularımızı ve davranışlarımızı kontrol edemeyişimizin bir işaretidir. Böyle bir davranış insan olarak saygılı ve nezaket sahibi biri olmadığımızı da ortaya koyar. İnsanlar nezdinde değerimizi aşağılara indirir. Başkalarının sözünü kesen sohbet erbabı olamaz, dost olamaz. 
Dinleme konusunda duygudaşlık çok önemlidir 
İnsanın kibirli olması, kin sahibi olması, kıskanç olması, bilgisiz olması, ikiyüzlü olması, dinleme yetisini sekteye uğratan kötü niteliklerdir. İnsanın hoş görülü olması, samimi olması, bilgi sahibi olması, kendini geliştirmeye açık olması, insanları bir değer olarak kabul etmesi, erdemli olması dinleme konusunda önemli olumlu özelliklerdir. 
Dinleme konusunda mizah yeteneğinin de büyük rolü var. Mizah yeteneği olan kişi değişik bakış açılarına sahip olduğundan dinlemeye yatkındır. Mizah duygusuyla hareket ederek, her insanın keşfedilecek farklı bir dünyası olduğunu bilir. 
Dinlemeyi bilmek bir lider özelliğidir. Dinlemeyi bilmek bir bilgeliktir. Dinlemeyi bilmek takım ruhunun esas unsurudur. Dinlemeyi bilmek insan oluşumuzun temel özelliklerindir. Eğer dinlemeyi öğrenmemişsek konuşmayı da bilmiyoruz demektir. Konuşma yoksa iletişim yoksa anlaşma, kaynaşma ve dayanışma yok demektir. Güven yok demektir. 
Toplumsal barışı, kardeşliği sağlayabilmek için önce birbirimizi dinlemeyi öğrenmemiz gerek. Bunun yolu dost meclislerinde sohbet etmeyi becerebilmemizden geçer. Dinlemek yürekten yüreğe kurulan köprünün ayağıdır. İki insan olarak yan yana oturup bir birimizi dinleyemiyorsak toplum olarak bir ahengi sağlamamız, gerçek anlamda insan olmamız mümkün değildir.
Koçluk bilgileri ışığında hayatımızda dinlemenin önemi çok açıktır.
Ve her birey daha iyi bir dinleme adına kendine şu soruların cevaplarını aramalı: 
-Daha iyi dinleyebilmem için başka neler yapabilirim?
-Bu konudaki eylem adımlarım neler olabilir?
-Bunun sürdürebilir hale gelmesi için hangi kaynaklara ihtiyacım var?
Hayatın tadına bütünsel dinleyerek bakmak güzel olacaktır.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Sıradışı Bir Başarı Öyküsü

Sıradışı Bir Başarı Öyküsü -  Can Dündar  12/01/2013

Yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren beyin araştırmacısı Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün, güvercin beyni üzerine yaptığı araştırmalarla, “Almanya’nın Nobel’i” sayılan Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı
Bugün bir mucize öyküsü anlatacağım size... Bir engellinin, beyniyle önce engelleri aşmasının, sonra da insan beyninin sırlarını çözmesinin, ümitvar hikayesini...
> Onur adlı çocuk
> Hikayemiz 18 Ağustos 1962 günü Zonguldak’ta başlıyor.
> 4 yaşındaki Onur, o gün plaj dönüşü bisikletinden düştü. Sağ ayağını paslı bir teneke kesti. Gece ateşlendi. Sabah kalktığında pelte gibiydi. Çocuk felci gelip onu vurmuştu. Görüyor, anlıyor, konuşuyor ama hareket edemiyordu.
> Almanya’da tek başına
> Türkiye’deki tedavi 9 ayda sonuç vermeyince Onur’u Almanya’daki dayısının yanına götürdüler.
> Doktorlar, tedavinin başarısı için Almanca öğrenmesini şart koştu. “Kesinlikle Türkçe konuşmayacak” deyip annesinden ayırdılar Onur’u... Tekerlekli sandalyesinde yapayalnız kaldı; haftalarca tek başına ağladı.
> 8 aylık ayrılık sonucu Almancayı öğrenince, ailesi Almanya’ya yerleşti. Onur; korse ve atellerle yürüme talimine başladı. Uzun tedavisi sonunda yürüyemeyecek, ama ellerini kollarını oynatabilir hale gelecekti.
> Yaşgünü hediyesi mikroskop
> Okulundaki tek engelli ve tek Türk’tü.
> Hem okuyor hem de ağır omurilik ameliyatları oluyordu.
> Yaşgünü hediyesi olarak annesinden mikroskop istedi. Farklılığı ortaya çıkmaya başlamıştı. Çocuklar din ve beden dersindeyken o bahçede yalnız kaldığında karıncaların hakimiyet alanlarının haritasını çıkarıyor, topladığı böcekleri inceliyor, onların ayak biçimlerini kağıda çiziyordu. Vaktinin çoğunu kütüphanede geçiriyordu. Kendini hepten okumaya vermiş, yaşıtlarını geçmişti.
> Balıklar renkli mi görür?
> Ortaokul bitince oturma izinleri doldu, Türkiye’ye döndüler.
> Onur, 1973’te İzmir Atatürk Lisesi’nde liseye başladı. Teşekkürle geçti. Hedefi psikoloji okumaktı. Lise 3’te TÜBİTAK’ın bilimsel deneyler yarışmasında, balıkların dünyayı siyah beyaz gördüğünü kanıtladığı deneyiyle finale kaldı. Ödülü alamadı, ama doğanın sırlarını çözme ateşi içine düşmüştü bir kere...
> Liseyi birincilikle bitirip üniversite için Almanya’ya döndü.
> Beynin sırları peşinde
> 16 yaşında Bochum’da psikoloji tahsiline başladı. Çocukken yaptığı gibi, hayvanlar üzerinde çalışıyordu. “Fareler tek tek mi, grup halinde mi daha iyi öğrenirler”i araştırıyordu mesela...
> Bitirme tezi olarak “beyin”i seçti...
> Beyindeki zedelenmelerin sağ ve sol lobda yarattığı fonksiyon kayıplarının farklılıklarını inceliyor, beynin reorganizasyon sistemini çözmeye çalışıyordu.
> Kısmen insan beynine benzeyen, güvercin beyni üzerinde yaptığı ameliyatlarla diploma tezini verdi. Üniversiteyi 1980’de pekiyi dereceyle bitirdi ve hemen yardımcı araştırmacı kadrosuyla işe alınıp doktoraya başladı.
> Almanya’nın en genç profesörü
> Elektrofizyoloji, nöroanatomi, lateralizasyon alanlarında denemeler yapıyordu.
> 1982’de Monika ile evlendi. 1983’te oğulları Pascal doğdu.
> O yıl Bochum Üniversitesi Üstün Araştırmalar Ödülü’nü aldı. Henüz 24 yaşındaydı.
> 1984’te doktorasını bitirdi. Burs alıp Amerika’ya gitti.
> Dönüşte Almanya’da doçentlik tezini verdi ve 1992’de Alman Araştırma Fonu’nun 1 milyonmarklık bilim ödülünü kazandı. Bu ödülle 35 yaşında, Bochum Ruhr Üniversitesi’nde profesörlüğe atandı. “Almanya’nın en genç profesörü”ydü artık...
> Hala aynı amacın peşindeydi:
> “İnsan beyninin sırlarını çözmek, düşüncenin beyinde nasıl oluştuğunun mekanistik açıklamasını yapmak...”
> 250 güvercin üzerindeki yoğun çalışmaları sonucu, güvercinlerdeki beyin asimetrisinin oluşum sürecini ve mekanizmalarını keşfetmişti.
> Bu çalışmalarıyla 1995’te Almanya’nın en saygın bilim ödüllerinden Krupp Bilim Ödülü’nü kazandı. 1997’de ordinaryüs profesör oldu.
> Daha ötesi yoktu.
> Çocukluğundan itibaren çalışma disiplininden ödün vermeyen
> Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda ödül aldı.
Nobel’e bir adım: Leibniz Bilim Ödülü
> Geçen ay araştırmacı Kemal Yalçın’la İstanbul’da buluştuğumuzda, bana Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün için yazdığı biyografi kitabını hediye etmiş ve “Bu isme dikkat et. Çok yakında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ilk Türk olacak” demişti.
> Kitabı okudukça ben de buna inanmıştım.
> Nitekim 3 gün önce, bunun hiç de hayal olmadığına dair ilk bir ipucu geldi:
> Güntürkün, “Almanya’nın Nobel’i” sayılan “Leibniz Bilim Ödülü”nü kazandı.
> Şimdi sıra Nobel’de...
> Yayınevlerine önerim, bu mucize beyin araştırmacısının son derece ilginç hayat öyküsünün, bir an önce Türkçede basılması...
> Artık gençlere, biraz da böyle rol modeller sunmanın zamanı gelmedi mi?
Beyin nasıl karar alıyor?
Güntürkün’ün önemli çalışma alanlarından biri de beynin sağ ve sol lobları...
> Güntürkün, 10 yıl önce Kemal Yalçın’a beyin loblarının işleyişini anlatırken şöyle demişti:
> “İki beyin yarıküresini, içinden 200 milyon sinir lifi geçen, parmak kalınlığında bir köprü birbirine bağlıyor. İki beyin yarıküresi, birbirinden haberli olarak karar veriyor.”
> 10 yılda bu tezin tamamen yanlış olduğunu ortaya çıkarmış Güntürkün...
> Şimdi iki lobun birlikte değil, tersine birbiriyle rekabet içinde karar aldığını savunuyor. Diyor ki:
> “Beynin bir yarısı, ‘Sağa gitmek istiyorum’ derken, diğer yarıküre, sola gitmek isteyebilir. Bu durumda nasıl karar veriliyor?
> Bana öyle geliyor ki, birbiriyle tartışıp karara bağlamıyorlar, her iki hemisfer, kendi kararını veriyor ve bu kararlar çelişkili olabiliyor. Bu durumda baskın olan hemisfer, öbürünün karar verme hızını yavaşlatıp işi bitiriyor.
> Bunu tam ispatlayamadık, ama ispata doğru önemli adımlar attık.”
Güvercin beyninde araştırma
Onur Güntürkün, hayatına dair bu bilgileri 1995’te araştırmacı Kemal Yalçın’a anlatmıştı. Güntürkün’ün biyografisi, Milliyet Yayınları tarafından “Bilim Tutkusu” adıyla basılmıştı.
> Kemal Yalçın, kitabın 2. baskısı için bu yıl Güntürkün’le yeniden buluştu. Ona ödül kazandıran bulgularını şöyle anlattırdı:
> “Beynin parçalarının birbiriyle ilişkisini anlayabilmem için beynin içine girerek deneyler yapmam, beyin hücrelerinin elektrik akımlarını elektrotlarla kaydetmem lazım. Bunları ancak hayvan beyninde yapabilirim.
> Basit bir örnek vereyim:
> Güvercine kırmızı ve yeşil ışıklar gösteriyoruz. Yeşili gagaladığında iki saniye yem veriyoruz, kırmızıyı seçtiğinde üç saniye ışıkları söndürüyoruz. Bir süre sonra güvercin kırmızıyı sevmemeye başlıyor. Bunu ona öğrettikten sonra yeşil ve kırmızı enformasyonun hangi mekanistik yollarla karara bağlandığını çözmek için, sinir hücrelerindeki elektrik akımlarını, güvercin beynine yerleştirdiğimiz elektrotlarla kaydedip beyin birimlerinin görevlerini ve birbiriyle ilişkilerini anlamaya çabalıyoruz.
> 2011’de Belçika’da 6 ay süren bir bilimsel çalışma sonucu, güvercin beyninin parçalarının birbiriyle olan ilişkisini matematiksel modeller kullanarak ortaya çıkardık. Bu sonuç, benim 30 yıllık bilim hayatımın en önemli buluşlarından biriydi.
> Böylece beynin mimarisinin ilkelerini, temel yapı mekanizmalarını, işleyiş kanunlarını bulmuş olduk.”

Kuşköy’de kuşdili araştırması
Güntürkün’ün en ilginç çalışmalarından biri, “kuşdili araştırması”...
> Amerikan bilim insanlarının ortaya koyduğu bir teoriye göre insanın konuşma sisteminin asimetrisi, ünsüz seslerin akustik yapısına bağlı... Beynin sol hemisferi, ünsüzlerin tanınmasını daha iyi yaptığı için konuşma merkezi oluyor.
> Güntürkün, bunun sağlamasını yapmak için hiç ünsüz kullanmayan bir dili incelemeye karar vermiş ve “kuşdili”ni keşfetmiş.
> Tamamen ünlü seslerden oluşan bu ıslık dilini konuşan insanlarda sol hemisferin baskın olmaması gerektiğini düşünmüş. Bunu incelemek için de dünyada (Meksika ve Kanarya Adaları dışında) kuşdilinin konuşulduğu tek yer olan Giresun Kuşköy’e gelip araştırma yapmış.
> Kullanılan dilin, sağ ve sol hemisferdeki performanslarını ölçmüş ve sonuçta sol hemisferin ıslık dilinde de bir rol oynadığını kanıtlayarak, Amerikan bilim insanlarının söylediklerinin yanlışlığını ortaya koymuş.