17 Haziran 2013 Pazartesi

BAŞARI , İÇİNDEKİ GÜCÜ KEŞFEDEBİLENLERİNDİR

BAŞARI , İÇİNDEKİ GÜCÜ KEŞFEDEBİLENLERİNDİR -
Fatma Bülbül 
Aile ve öğrenci koçluğuna katıldığım ilk ders Hocam sordu. “Bu eğitimden neler bekliyorsunuz? Tamamladığınız da neler istiyorsunuz?
O zaman şöyle bir cevap vermiştim. “Kendimi yenilemiş ve değişmiş olmak  isterim. Etrafımdaki insanlara fayda sağlayacağım için mutlu olurum. Kendimi keşfetmiş olmak isterim. Mesleki yönden daha iyi olmak isterim.
İyi bir anne,
İyi bir eş,
İyi bir evlat,
İyi bir kardeş,
İyi bir öğretmen,
İyi bir arkadaş,
………………………..
Bu Dünya’da iz bırakan faydalı bir birey olmak isterim .” diye cevap vermiştim.
Aldığım koçluk eğitiminin bana faydası büyük oldu. En önemli faydası da içimdeki gücü keşfettim  ve  etkisini yavaş  yavaş hayatımda  hissediyorum. Gerçekleştirmek istediklerime doğru yürüyorum.
Ya sen? İçindeki gücün farkında mısın? Bu hayatta neler başarabileceğini  biliyor  musun? Yoksa hayat zor deyip vaz mı geçiyorsun  hayallerinden?
Sahip olduklarının  değerini biliyor musun? Kendini ne kadar tanıyorsun? Kendi değerini ne kadar biliyorsun?
Hayatta kendine daima engeller koymak seni ne kadar ileri götürebilir ki? Gerçek potansiyelini ortaya koymadığın bir hayat ne kadar doyumlu olabilir ki?
Sen de içindeki gücü keşfedip  bu dünyada fark yaratan önemli kişiler gibi olmak ister misin? O zaman içine, yüreğine bakıp, adım atmak için ne bekliyorsun?
Tüm  bu soruların cevabını bulmak için küçük bir adım…
“Bir sır daha var, çözdüklerinden başka.
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye.
Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka.”   Ömer HAYYAM

7 Haziran 2013 Cuma

Uyanış

Uyanış -  Banu Gaye Çetinayak 
   Siz hiç gereksiz yere strese girip, çok basit bir şekilde çözüme ulaşabilaceğiniz durumlarda paniğe kapılmadınız mı?Ortaya yaratıcı bir proje çıkartmak istediğinizde bunu başaramayıp ‘mış’ gibi yaptığınız anlar hiç mi yaşanmadı hayatınızda?
Şimdi bunun tam tersini düşünün; kendinizi rahat ve güvende hissetiğinizde, akışın tam ortasında yer alıp herşeyin muhteşem bir şekilde ve tam olması gerektiği gibi gerçekleştiğine de şahit oldunuz değil mi?
   Şartlar her ne olursa olsun, bununla başedebileceğimizden emin olduğumuzda en zor kabul edilebilecek durumlarla bile başetmeyi biliriz. Neden mi? Çünkü böyle durumlarda beynimiz ‘alfa’ durumundadır. Bunun aksi olan beta durumunda ise kendimizi son derece bitkin ve çaresiz hissederiz. Dünyevi kaygıların kasıp kavurduğu, bizi bir an bile rahat bırakmayan günlük telaşlarımız ne yazık ki beynimizi uzun bir beta durumunda kalmaya mahkum eder. Böyle durumlarda vücudumuz kendini koruma altına almak için bazı savunma mekanizmalarına başvurur ki bunlardan en önemlileri kaygı, stres ve ne yazık ki depresyondur. İşte bu son durak bizleri psikolog, psikiyatrist, o antidepresan bu uyku ilacı gibi uzun yolculuklara çıkarır. Elbette bazı özel durumlarda (anksiyete, yeme bozuklukları, duygu durum bozuklukları, şizofreni ve benzeri nörolojik bozukluklar…) bu duraklarda soluklanmak gerekir. Başka çare yoktur çünkü.
   Er ya da geç mutlaka uyanırsınız. Ancak ya uyanıkken uyuyorsak yani asıl uyanış uykudaysa…Yarı ölmek gibidir uyku; müthiş bir teslimiyet, sonsuz bir kabulleniş,tam bir alfa durumudur özünde. Beklenti yoktur uykudayken. Oğlumu hangi okula kaydettirsem, kızımın düğününde ne giysem diye düşünmezsiniz. Bir hayat biter, diğeri başlar. Aslında bitendir başlayan. Gündüzün geceyle, yazın kışla, siyahın beyazla bütünleşmesi gibi. Tıpkı doğada olduğu gibi…
   Bütünün bir yansımasıdır doğa. Herşey birbirini tamamlar. Kimse birbirinin işine karışmaz. Ya vücudumuz? Tüm organlarımız nasıl da ahenkle çalışır? Gece gündüz demez. Mola vermez. Hepsinin görevi vardır. Hiçbiri boşuna görev başında değildir. Ya beynimiz? Bu muhteşem tasarımı yöneten kahramanımız. Onsuz film devam etmez. Tüm senaryo onun çevresinde döner.
   Peki gerçekten farkında mıyız beynimizle neler yapabileceğimizi? Kocaman bir geminin penceresinden masmavi okyanusu izlerken, o pencereden gördüğümüz ya da görmek istediğimiz herşeyi hayatımıza katmak mümkün. O pencere bizim zihin ekranımız. Orada ne görmek istersek onu görürüz ve bu muhteşem yolculuk biz istediğimiz sürece devam eder. Her limanda farklı yolcular katılır gemimize. Daha başka görünür okyanus her seferinde.O zaman bitmesin bu engin yolculuk. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız çünkü…

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Koçluk

Koçluk -  Canan Avan 

Bir koç sizin ya da öğrencinin yapması gerekenleri yapan bir kişi değildir. Öğrenci Koçluğu eğitiminde önce koçluğun ne olmadığı anlatılır bizlere. Neyi yapmayacağımız öğretilir. O da öğrenci koçluğu hizmeti alan öğrenciye  neyi yapması gerektiğini söylememek, tavsiye vermemek, yargılama yapmamak,  koçluk hizmeti alan kişi adına herhangi bir eylem ve yönlendirme ve tavsiyede bulunmamaktır. Ancak görüyoruz ki ailelerin çocukları için istedikleri yardım taleplerinin başında bu saydığım “yapılmaması gerekenler” geliyor. Sanırım bunun sebebi koçluk kavramının bilinmemesi ya da yanlış kişilerin yanlış uygulamaları yüzünden yanlış tanıtımlara sebep olunması.
 “Koçluk ne değildir” le başladık. Peki, nedir koçluk? Koçluk neyi yaptığınızı, neyi yapmak istediğinizi, nerede olduğunuzu, nereye gitmek istediğinizi size fark ettiren ve yine koçluk hizmeti alan öğrencinin istekleri için neye ihtiyacı olduğunu bulmasına destek olan özel bir sistemdir. İçsel kaynakların keşfidir. Kişinin kendi doğrusunu, çözümü bulmasına aracılık eder. Güçlü sorularla beyin potansiyelini tam olarak tam olarak açığa çıkarmayı hedefler. Bunu yaparken üst düzey dinleme ile üst düzeyde anlama-anlaşma sağlar. Kısacası koçluk, yol arkadaşlığı yapmaktır. Amaç; eğitim sisteminde çözüme odaklanmak ve pozitif sonuçlar yaratmak.
 Koçunuz size bir şey vaat etmez, size ne yapmanız gerektiğini söylemez, sizin adınıza bir şeyler yapmaz, sizde mucizeler yaratmaz. Eğer koçlukta bir mucize varsa, o da koçluk hizmeti alan öğrencinin kendisi hakkında öğrendikleri, fark ettikleri, şimdi ve gelecekte bu öğrendiklerini kendi hayatı, seçimleri için kullanmasıdır.
Öğrencilerle çalışmak çok keyiflidir. Hele öğrenci de sizinle çalışmaktan keyif alıyorsa… Bunun da tek yolu var, öğrencinin isteklerini dikkate almak ve bireysel kimliğini korumak yani öğrencinin kendisini iyi ve değerli hissettirmek.
   Sürekli size ne yapacağınızı söyleyen, sürekli sizin ne yapıp yapmadığınız takip eden ve size ne istediğinizi sormadan “……… istiyorsan……… yapmalısın” diyen bir kişiyi düzenli olarak görmek ister misiniz? Hiç kimsenin bu soruyu “evet, isterim” diye cevaplayacağını düşünmüyorum.

Emin olun çocuklarımız da buna “evet” demez.
Sadece çocuklarımız öğrenmiyor, hepimiz öğreniyoruz. İşte öğrenci koçluğunda, bu bakış açısından yola çıkarak genç ergenlerle aynı suda yüzerek bir ekip olmak, işi her iki taraf içinde eğlenceli bir hale getiriyor. Öğrenci koçluğunun bazı noktalarında, aile ile beraber ebeveyn koçluğu çalışması da yapılarak, çift taraflı bir farkındalık ve gelişim sağlanıyor. Bir çocuk için aile ortamı çok önemlidir, kendini güvende hissetmek, anlaşıldığını görmek ve sevildiğini bilmek ister. Aile aynı kısır döngünün içinde gözlemleme kabiliyetini zamanla yitirebilir. Üçüncü bir göz olabilmek ya da sorunlarla, cevapların yansımasını görebilmek bu noktada hızlı değişimi getirir.

Öğrenci koçluğunda;

Okul, ders, sınav, gelecek, başarı gibi pek çok kavram çalışmaları,
Gelecek vizyonu oluşturma, hayat başarısı, kişisel yeteneklerin çıkarılıp, kullanılması,
Sağ ve sol beynin dengeli kullanımı,
Hedefin bilinmesi ve hedefe odaklanmak
Dikkat, konsantrasyon,
İçsel motivasyon (sürdürebilirlik)
Eyleme geçebilme,
Odaklanma, kontrol gücünü eline alma,
Zaman yönetimi
Duygu yönetimi,
Zihinsel arınma,
İlişki ve iletişim becerilerinin geliştirilmesi,
Stres ve kaygı yönetimi,
Algı yönetimi,
Hayal gücünün olumlu şekilde kullanılması,
Özgüven, özdeğer, özsaygı geliştirilmesi

gibi pek çok konu üzerinde çalışır.
Genç ergenin öncelikli ihtiyaç konusu karşılıklı belirlenir. Kişi kendisini daha iyi tanıyarak bir yandan farkındalık kazanırken diğer yandan da egzersizlerle yaşam kalitesini artırır. Uygulanan yöntemlerde “çözümsüzlük” ya da “seçeneksizlik” gibi kavramlar yoktur. Önemli olan kişinin her koşulda doğru bir çözüm bulacağına inancıdır. Bu inanç var olduğu sürece kişi neyin nasıl yapılacağını bilmese dahi eninde sonunda bir çözüm bulacaktır.
Eğer siz kendinize yüksek standartlar belirlemezseniz, siz kendi yaşamınızla ilgili bazı kurallar belirlemezseniz, birilerinin sizin için belirledikleri kurallara göre yaşamak zorunda kalırsınız. Kendi seçimlerinizle yaşadığınız bir hayat, olabileceğiniz en özgür hayattır. NLP yöntemleriyle koçluk, bize, kendi seçimlerimizi yapma ve kendi hayatımızın sorumluluğunu alma gücünü verir. Size, sizin bunu kendinizin başarmanızı sağlayacak bir köprü, bir anahtar olacaktır. Ama o kuralları belirleyecek, o seçimleri yapacak ve sonra da bunlara uyacak olan kişi ise, yalnızca kişinin kendisidir.
Unutmayın, kaynak sizsiniz, hayat yolunuz için gerekli tüm doneler - veriler- yetenekler zaten size verilmiş ve kendi hayatınızın en iyi uzmanı, yeryüzündeki kimse değil, yine KENDİNİZSİNİZ! 

3 Mayıs 2013 Cuma

Üç şeritli bir yol...

Üç şeritli bir yol... -  Gökhan Yüceerim 

Akşam saatleri ve trafik olabildiğine yoğun. Sağ şeritten gitmemin imkanı yok. Damperli araçlar ve yükleri alabildiğine ağır. Dolayısıyla da yavaş ilerliyorlar.
En sol şerit altımdaki motor ve kendime koyduğum hız limitim için hiç uygun değil. Soldan gitmeye yeltensem arkamda sellektörle, kornalarla birikmiş bir yığın sinir küpü sürücünün gazabına uğrayacağım. En iyisi mi, çapıma göre en uygun olan şeritten; ortadan gitmem en akılcıl olanı.
Yaşam da aslında böyle bir şey. Temelde üç ana şeritten akıp geçiyor zaman. Kimilerinin yükü ağır. İstese de farklı bir şeritten gidemiyor. Kimisi aracının modeline ve hız limitlerine sonsuz güveniyor. Çünkü koşulları buna müsait. Kimisi de fırsatları kullanmaktan yana. Orta şeritten giderek boş buldukça sollama ve sağlama yapıyor.
Asıl sakat olan durum; kendi "nesnel limitasyonunun" farkında olmayanlar. Öznelde hepimiz istediğimiz limitlere ulaşmak için kendimizle yarışıyoruz; yarışmalıyız da. Ancak araç aynı model olup üst modellerin kulvarında yarışmak siz ce "akılcıl" mıdır?
Eğer vizyon değişikliği yapmak istiyorsanız öncelikle misyon değişikliği yapmamız gerekiyor. Çoğu kişisel gelişim süreçleri aslında bu gerçekliği kaçırıyor. İçi değiştirmeden dışı değiştirmenin bir sineğe jet kanatları takmaya benziyor.
İçsel yolculuk, üzerinde ciddi çalışılması gereken, sadece "olumlu düşün, olur" yöntemiyle ilerleme sağlanabileceği bir şey değildir. Üzerinde ciddi bir koçluk süreci yaşanması gereken bir " içsel kaynağın dışsal verilerle bütünleşmesi" yolculuğudur.
Sen, insanoğlu! Hiç bir eylemin dış dünyanın naturasıyla uyumlu değilse, sana sadece hatırlaman gereken bir negatif tecrübe olarak geri döner.
Yolculuk ettiğin aracın huyunu suyunu bilmiyor, hız limitlerine aldırmıyor daha da vahimi, bu bilinsizliğinde farkında olamıyorsan; sana "Artık Uyanma Vakti" demekten başka bir cümle aklıma gelmiyor.
Aklına kestirdiğin şerit için uygun donanıma sahip olduğun an ne sellektörle ne de kornayla taciz edilmezsin.
Kornasız ve sellektörsüz bir yaşam dileğimle...

29 Nisan 2013 Pazartesi

Koçiloji - Gökhan Yüceerim

KOÇİLOJİ -  Gökhan Yüceerim 

Atomların genelde eğilimleri kendilerinin aynısıyla ya da bir takım şartları yerine getiriyorsa şayet, farklı atomlarla birleşerek moleküller ortaya çıkartmaktır. Artık, molekül olunca o eski halinden eser yoktur. Farklı dünyaların atomlarıdır onlar, yeni kuralları olan, yeni bir vizyonu olan.

Bir de son yüzyılda keşfedilen atomaltı parçacıklar var. Atomu oluşturan 3 temel parçacığı da oluşturan daha küçük yapılar. Bu küçük yapılara indikçe enerji oranı ve maddesel çekim kuvveti daha da artar. Yani ayırabilene aşk olsun.

Tüm güdülerimiz, ister bilinçli ister bilinçsiz reflekslerimiz, en temel yapımıza kadar sinmiş bir takım kimyasal kodlardan geliyor aslında. Ruhumuzun derinlerine indikçe bizi biz yapanların gücü daha da çok artıyor. İçimizde de tekil değiliz; milyonlarca farklı enerji var. Bunların bir çoğu bir araya bir şekilde gelerek yeni duygu molekülleri oluşturuyor.

Bir de "Yanlızlık yaradana mahsus" durumu var tabi ki. Hiçbir içsel duygu dışsal başka bir duygu ile temasa geçmezse bizi rahat bırakmıyor. İnsan ruhu "ölü doğmuş duyguları" taşıyamıyor.

İşte bundan dolayıdır ki; insanın tüm enerji boyutlarını tanımaya ve bu yolculukta yanında enerji alış-verişinde bulunabilecek bir yol arkadaşına ihtiyacı var. Bizler buna "Koçluk" diyoruz.

Ruhani dünyamız aslında içinde temel ana renkleri ve milyonlarca ara renkleri barındıran eşsiz bir spektrum. Sadece arada ışık tutulmasına ve bizi siyahın bütüncül kılıfından uzaklaştıracak bir diğer kişinin varlığına ihtiyaç duyuyoruz. Koçluk,  bu ışığı bizlere kendi elimizdeki kaynakla, etkin sorular sorarak ne kadar kuvvette ve hangi tekniklerle tutmamız gerektiğini gösteriyor. Çünkü bazen bir renge olması gerektiğinden daha fazla ışık verebiliyor ya da tam tersini yapabiliyoruz.

Atomun yıllarca parçalanamayacağının, atomaltı parçacıklara bölünemeyeceğinin düşünülmesi aslında onun yapılamayacağının düşünülmesinden ötürü değildi. Çünkü bir şeyin yapılamayacağını düşünmek aslında, onun yapılabilmesi düşüncesinden ortaya çıkar. Kilit durum parçalayabilmek için yeterli ve doğru enerjinin nasıl sağlanacağıydı.

Duyguları ve olguları hangi enerji frekansında ve hangi teknikle ayrıştırabileceğinizi öğrenirseniz; içinizdeki atomaltı parçacıklara da çok kolay ulaşabilirsiniz.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Koç Öğretmen

Koç Öğretmen -  Fatma Bülbül 

       Koçluk eğitimi olduğunu duyduğumda bu eğitimi mutlaka almalıyım dedim.Çünkü kendimi yenilemeyi ve geliştirmeyi seviyorum.Yenilendikçe ve geliştikçe etrafıma fayda sağladıkça aldığım hazzı anlatamam.
      Benim Dünya’ya geliş amacım insanlara hizmet etmek  , hayatlarına katkı sağlamak ,  etrafımdaki insanların hayatlarını kolaylaştırmak diye düşünmüşümdür hep.Hayat amacımı gerçekleştirmek için katıldığım koçluk eğitimi kısa sürede hayatımda fark yarattı.Öncelikle kendime fayda sağlamaya başladım.Bendeki yenilenme; aile fertlerine de katkı sağladı.Artık öğrencilerime daha profesyonel bir şekilde koçluk yapıyorum.Koçluk yaptığım öğrencilerimin arkadaşlarının hocam ………ya    ne yaptıysanız bende ondan istiyorum demeleri doğru yolda ilerlediğimi  hissettiriyor bana.
      İnsanları tam ve bütün olarak kabul etmek onların içlerindeki gücü ortaya çıkarmalarında yanlarında yol arkadaşı olmak çok keyifli bir iş.İnsana verdiği doyum müthiş.Çıktığım koçluk yolculuğum devam edecek .Yenilendikçe gelişecek  ve değişeceğim.Kendimde yarattığım fark ile etrafımdaki insanlara sağladığım katkı  beni çok mutlu ediyor.
Geleceğimiz olan öğrencilerime ,  öğretmenliğin yanı sıra koçluk yaparak onlardaki gücü ortaya çıkarmak geleceğe daha güvenle bakmamı sağlıyor.Öğrencilerimin  , hayallerini gerçekleştirmek için çıktıkları yolda her zaman yanlarında olacağım.
Koç öğretmenlerin çoğalması dileğiyle ...
Hayallerinizdeki yaşama olan yolculuğunuzda mutluluklar dilerim .
 “Güçlü ve neşeyle çarpan her kalp , gerisinde bu dünyada umut dolu bir etki bırakır ve insanlığın geleneğini daha iyi hale getiri.”(R.L.STEVENSON)
                                    Sevgiyle kalın.

Sorularla Koçluk

Sorularla Koçluk -  Kübra Yavuz  

Hayatımızda elbet karşılaşmışızdır bu durumla ve hatta belki yaşamış belki de yasatmışızdır.
'Bundan adam olmaz'. 'oğlum ne futbolcu olması aklını mı kaçırdın?' 'tiyatrocu olup ne yapacaksın aç mı gezeceksin?' Gibi birçok konuşma.
Eminim ki ben bunları yazarken de aklınızda canlandı size yasatılanlar, yaşadığınızya daçevrenizdegördüğünüz kısıtlamalar. Evet, kısıtlama hatta engel olma. Belki deçok parlak olan bir çocuğuhiç sevmediği asla sevemeyeceği bir hayata itme. Ona yardımcı olmayı isterken onun iyi yerde olmasını isterken onu belki de sonsuz bir mutsuzluğa sürükleme bunları yapan kimler mi? Onları korumaya çalışan daima iyi yerlerde olmalarını isteyen ve onları canlarından çok seven aileleri. Eminim yaptıklarının nelere mal olduğunu bilmediklerinden devam ediyorlar eminim yeteri kadar bilinçli olmadıkları için bir kez olup da 'oğlum, kızım peki ya sen ne istiyorsun?' demiyorlar. Neistiyorsun. Tam olarak istediğin şey ne?
Koçlukta da en temel sorulardan birsi: TAM OLARAK NE İSTİYORSUN? Bu soru karsısında çokilginçşeylerduyabiliriz hiç beklemediğimiz cevaplar. Sınırsız bir hayal dünyası. Çocuklar biz büyükler gibi değildir. Buimkânsız olmaz nasıl olacakdiye  hayalkurmaktanvazgeçmez. Onların dünyası çokfarklıdır. Herşeyenötr olarak yaklaştıklarında hiç bir kısıtlama olumsuz söz vs.duymadıklarında öyle güzel hayaller kurarlar ki. Veeğer onları destekler yanlarında olursak en ulaşılması güç olan şeylerbile gerçekleşebilir. İmkânsız diye bir şey yoktur! Hepimizinbildiği,kullandığı bir söz. Peki kim bunu yasama geçiriyorya da hangi aile çocuğunun risk almasına izin veriyor.
Her çocuk birbirinden farklıdır. Elimize bile baktığımızda beş parmağın beşide bir değil bunu görüyoruz ki kocaman sınırsız evrende birbirinin aynı çocuklarolduğu düşünülebilir mi? hepsinin o kadar farklı özellikleri o kadar iyi gelişmiştir ki. İşte bunları yakalayabilmek asıl olan meseledir. Her aile çocuğunun doktor olmasını istese her aile çocuğunun öğretmen, mühendisvs. olmasını istese. Bu doktorların elbiselerini kim diker?İnsanlar bunaldıklarında kimin çektiğifilmleriizler?Tiyatroda balede kimleri seyreder? İş hayatı dışındaki vakitlerini verimli olarak nasıldeğerlendirirlerdi? Bunun gibi birçok örnek...
Her çocuk farklı olduğu gibi HER ÇOCUK ÖZELDİRDE. Hepsinin bir yeteneği bir ilgisi vardır. Bunlarçok farklı dallarda olabilir. Herçocuk matematikte başarılıolacakya da her çocukedebiyatçıolacak gibi bir şey söz konusu değildir. Kimiçocuklarınmatematiğeilgisi olmayabilir ancak çok harika resim yapıyordur. İşte asıl olan bunu keşfedebilmek. Çocuğa tam olarak ne istiyorsun dediğimizde onun gerçektenistediği keyif aldığı kendini yeterli gördüğübaşaracağınainandığı alana yönlendirmek.. Çocuklar illaki yetenekli olduğu konuyu isteyecek diye bir şey de yoktur. Belkimatematiğeyeteneği yoktur belki fen derslerini sevmiyordur. Âmâisteği kendini hayal ettiği yer doktorluktur. Bu da çok olağan bir durum  ozaman ise yapılacak şey BU SENİN KONTROLÜNDE Mİ?  Tabi ikide onunkontrolünde. Eğeristediği oysa onu yapması için hiç bir engel yoktur. PEKİ, BUNU NASIL YAPABİLİRSİN? İşte bu adımda çocuk düşünmeli ve emin olunki birçokseçeneksunacaktır. Çünkü onu istiyor hedefe ulaşmakistiyor. DAHABASKA, DAHABAŞKA, DAHABASKA... Birçokseçenekçıkacaktırkarşısına. BUNA ULAŞTIGINDA NE OLACAK?
Onu hayal edecek bizlere o hayalinde GÖRDÜĞÜNÜ,İŞİTTİĞİNİ,HİSSETTİĞİNİ anlatacaktır büyük bir hevesle.. Bu adımların hepsi bir koç olmadandı belki yürütülebilir. Belki... günümüzdeçok görürüz bu adımları gerçekleştirmiş kişileri hatta ben kendi hayatımda da görüyorum. Hayal ediyorum. Neler yapmam gerektiğinibiliyorum. Neistediğimi biliyorum! peki ya eksik olan ne ??Nedengerçekleşmiyor neden o İLK ADIM! Atılmıyor?
İşte bir koç bu konuda bize çok yardımcı olacaktır. İlk adımımız belirlenecek. Ve hayatımızda çok isteyip de sürekli ertelediğimizşeylergerçekleşecektir!
Kısacası HAYALLERİMİZ GERCEK OLACAKTIR! 

12 Nisan 2013 Cuma

Sevgili Anne Ve Babalar

Sevgili Anne Ve Babalar -  Nalan Dağlar 

Anne – baba olmayı size kimse öğretmedi. Bildiklerinizi kendi annenizden, babanızdan, ailenizden, arkadaşlarınızdan, birazda gazete, dergi, TV ve bazı kitaplardan öğrendiniz belki de… Sanırım çocuklarınızın akıllı, terbiyeli, başarılı, mutlu, herkesin sevip beğendiği çocuklar olmasını; büyüdüklerinde sizi sevgi, övgüyle anmasını istersiniz. Onlara ne iyi baktığınızı, nasıl büyüttüğünüzü, ne çok fedakârlıklara katlandığınızı anlatsınlar… Onları hayata hazırlayalım, birçok şey öğretelim, her zaman sevgi dolu, sabırlı, anlayışlı anne - babalar olalım.
Ama bu bazen öyle zor ki… Bütün iyi niyetlerinize rağmen her şey istediğiniz gibi olmadığını görüyor olabilirsiniz.Yapmanız ve yetiştirmeniz  gereken bir sürü işin arasında çocuklarınızın en küçük bir yaramazlığını, bir söz dinlememezliğini  dahi kaldıramıyor olabilirsiniz.
Hepimiz hiç kızmayan, sinirlenmeyen, hoşgörülü, her zaman güler yüzlü olan anneler/babalar gibi olmak isteriz ama  bu her zaman mümkün olmaz.Neden??? Çünkü biz  de İnsanız. Bazen duygularımız aklımızın önüne geçer, neyin doğru neyin yanlış olduğunu karıştırabiliriz. Çocuklarımıza karşı tutumlarımızda kararsızlıklar ve git-geller yaşarız. Bunun sonucunda da tutarlılığımızı kaybeder ve evimizde koyduğumuz kuralların ve sınırların belirsizleştiği ve geçersizleştiği durumlarla çaresiz hissederiz.
Günümüzün değişen değer ve yöntemlerine ayak uydurabilmenin ve çocuğa uygulanacak eğitimi sağlam bir temele oturtmanın en etkin yolu, anne / babalık ve çocuk eğitimi konularında kişinin kendini aydınlatması, eğitmesidir. Aslında annelik ve babalık, yeteneklerimiz olsun olmasın, hepimizin hayatın gidişatı içerisinde, uygulamakta olduğumuz bir meslektir. Hatta bazı meslekler yaşam süresince değiştirilebildiği halde, anne babalık mesleği yaşam boyu, günün 24 saati ve hemen hemen tatilsiz icra edilen bir meslektir.
Diğer mesleklerde yetenekler göze alınsa da, anne babalıkta yeteneklerin olup olmadığı söz konusu değildir. Diğer meslekler deneme yanılmayı kaldırabilir, ancak anne babalık mesleğinde deneme yanılmaların sonucu ne yazık ki çok ciddidir. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, anne babalık mesleğini ciddiye alan, öğreten bir okul, kurum veya hiç değilse okullarda ders olmaması şaşılacak bir durumdur. Aslında, anne babalık, meslekten de öte, bir sanattır.
Anne ve babalık sanatı öğrenilebilir. Günümüzde, insan bilimleri, psikoloji, pedagojinin ilerlemesi ile çocuk yetiştirilmesi ve eğitimine daha bilinçli bir bakış açısı gelmiştir.
Acı deneyimlere yol açan pek çok sorunun kökeninde, insanların birbirini gerçekten duymaması, duyamaması yatmaktadır. Çünkü sadece söylenen 'sözcükleri' duymak, sözcüklerin ardındaki duygu dolu mesajları alamamak, yanıtların da yüzeyde kalmasına yol açar; bu durum ise iletişimin engellenmesi anlamına gelir.
Önem verdiğimiz insanlarla ilişkilerimizin onarılmaz yaralar almasını engellemenin tek yolu, doğru iletişim kurmayı bilmektir. Doğru iletişim kurmanın yolları öğrenilebilir.
Okullarda yapılan, anne- babalara yönelik eğitim seminerlerinin de hedefi doğru iletişim kurma, çocuklarınızın gelişimini destekleme konusunda sizleri daha donanımlı hale getirmektir.
Anne-baba ve öğretmenler olarak bilgi ve deneyimlerimizi işbirliği içinde onlara doğru biçimde sunmanın yollarını bulmalıyız. Sınırları, kuralları belli, açık iletişimin etkin biçimde kullanıldığı ve herkesin ‘birey’ olarak değerli hissettiği ortamlar yaratarak ; özgüveni yüksek, sorumluluklarını bilen ve haklarına sahip çıkan bireyler olarak yetişme konusunda çocuklarımızın bizim rehberliğimize ve yardımlarımıza ihtiyaçları var.
El ele verirsek başaracağımıza inanıyorum.
Sevgi ve saygılarımla..

Koçluk Hakkında

Koçluk Hakkında -  Mine Akmaz  

Dünya da oldugu gibi ülkemizde de son yillarin oldukca popüler meslekleri arasinda sayilan yasam koclugu gelisim ve egitim sektörünün vazgecilmez bir parcasi haline gelmistir. Hizla gelisen ve degisen zamana ayak uydurarak cok hizli bir bicimde cözume ulastiran kocluk sistemi, hayatimizi kolaylastirici özellikleriyle de talep gören bir calisma seklidir.
Kocluk yasami dengeleme ve uyumlu hale getirme gücüne sahip bütünsel bir sürectir. Bu sürecte koc danisanina yol arkadasligi yapar. Dogru sorulari sorarak, etkin bir bicimde dinleyerek, yönlendirme yapmadan, sinirlar koymadan kisinin kendi yolunda ilerlemesine ve kendi potansiyelini ortaya cikartarak hedeflerine ulasmasina destek olur.
Kisinin en önemli ihtiyaci olan pozitif bir bakis acisi gelistirerek, kendi kendini motive etmeseni; sahip oldugu kaynaklari ve potansiyeli daha net görerek, en verimli sekilde kullanmasini saglar.
Ancak unutulmamalidir ki, bu farkindaligi harakete gecirmek danisana aittir. Koc simdi olunan yer ile varilmak istenen yer arasindaki mesafeyi asma sürecinde sadece bir yol arkadasidir.

1 Nisan 2013 Pazartesi

ARS LONGA, VİTA BREVİS (SANAT UZUN, YAŞAM KISA)

ARS LONGA, VİTA BREVİS (SANAT UZUN, YAŞAM KISA) -  Güzin Alsoy 

Sanat,  insanlar tarafından yaratılmasına rağmen nasıl ölümsüz olabiliyor?  Yarattıkları eserler ile kimliğini tam anlamıyla bütünleştirmiş olan bu insanlar toplumun sanatçılarıdır. Sanat aynı zamanda toplumların kültür ve yaşam koşullarıyla özdeşleşmiştir. Bunun en belirgin özelliğini batı ile doğu arasında ki sentezde de görebiliriz. Sanat, dünya tarihinin oluşunda hatta değişiminde büyük rol oynamıştır. Bunu batı da Hıristiyan, doğu da ise İslam dininin yayılmasına neden olduğu bile söylenebilir.
Toplum yaşamlarına, kültürlerine ve tarihlerine yıllarca yön verip, onların değişimine neden olan sanatın yaratıcıları sanatçıların yaşamları ise kısadır. Bu kısa yaşamlarında onları ölümsüz kılan şüphesiz geride bıraktıkları eserleridir. Ne acıdır ki bazı  sanatçıların, topluma eserleri ile vermek istedikleri mesaj ancak ölümlerinden sonra anlaşılabilmiştir. Kısa yaşamları içinde insanlık adına yaptıkları güzelliklere saygı ve sevgiyi toplumların anlamaları çok uzun zaman almıştır.
Dün geç anlayabildiğimiz bu nedenle eserlerine ve kişiliklerine yeterince değer vermediğimiz bu insanlar bugün yaşasalardı farklı mı olurdu? Hayır, bugün de medyanın yarattığı popüler kişilere odaklandığımız için gerçek sanatçıları yine göremiyoruz. Bunu da ancak görsel beynimiz ile bakabildiğimiz de görebiliriz.

23 Mart 2013 Cumartesi

Yetkin Koç'un niyet bildirim

Yetkin Koç'un niyet bildirimi -  İsmail Barış Özpazarcık    

Yetkin Bir Koç, niyet bildirimini ifade ederek Koçluğa hazır hale gelir.

Niyet bildirimi, koçluk görüşmesi öncesi ifade edilmeli ve koç tarafından içselleştirilmelidir. (Aşağıdaki metin sadece bir örnektir. Koç, kendi kelimelerini kullanarak kendi niyet metnini oluşturabilir)

Şu anda, Yetkin bir koç olarak, beden-zihin sistemimi koçluk görüşmesine hazır hale getiriyorum.

Öz varlığımla, öz potansiyelimin farkına varıyor; insani vasıflarımı, bütünlük alanında fayda sağlayacak şekilde ifade etmeye yöneliyorum.

Beden-zihin sistemim, koçluk süreci boyunca koçluk hizmeti alan ile uyumlu bir işbirliğine girecek. Buna izin veriyorum.

Koçluk süreci boyunca, yetkin bir koç olarak, zihnimi tamamen nötr hale getiriyorum. Serbest zihne geçerek, ön yargısız, açık bir zihinle, koçluk hizmetini vermeye hazırım.

Koçluk hizmeti alacak olan………………… adlı kişinin Öz varlığı ile tam olarak iletişim halinde olmaya niyet ediyorum. Böylece, O'nu daha derin düzeyde anlayabilecek, ve O'nun kendisini daha ileri taşımasına katkıda bulunabileceğim.

Bu süreçte, hizmet alan kişiye tüm dikkatimle odaklanacak, empatik ve bütünsel dinleme içinde kalacağım.

Yetkin bir koç olarak ayna görevi görecek; hizmet alanın Öz potansiyeli ile buluşmasına aracılık edeceğim.

Koçluk hizmeti alana "Güçlü sorular" yönelterek, O'nun Öz varlığı ile birlikte ilerlemesine ve adım atmasına yardımcı olacağım.

Hizmet alan kişinin "Bütün ve Tam" olduğunu peşinen kabul ediyor; her türlü sorunun cevabını "Öz varlığı: Bilen tarafı/Bilge tarafı" ile bağlantı kurarak ortaya koyacağına inancımı koruyorum.

Hizmet alan, Öz potansiyeli ile buluştuğunda; halletmesi gerekeni, öğrenmesi gerekeni, bulması gerekeni, çözümlemesi gerekeni,- eğer hazırsa- ve bu onun için doğru zamansa, yapabileceğinin en iyi şekliyle yapacaktır. Bunu şimdiden görüyor olmaktan dolayı kendimi iyi hissediyorum.

Yetkin bir koç olarak yapabileceğimin en iyisini yapacak, "Tam ve bütün" olan kaynak ile hareket edeceğim.

Hizmet alan kişi, koçluk süreci içinde ne söylerse söylesin, neye inanırsa inansın, nasıl davranırsa davransın, O'na yargısızca yaklaşacağım. Söylediklerinin ve yaptığı davranışlarının altında olumlu bir niyet olduğu inancımla hareket edeceğim.

Bununla birlikte; koçluk alan kişinin ifade ettiklerini tarafsızca sorgulayacak, karar ve eylemlerinin, akılcıl bir zeminde şekillenmesine güçlü sorularımla yardımcı olacağım. Hizmet alanın konuşmaya karar verdiği konu üzerinde "360 derece düşünmesi"ni sağlayacak bakış açısına kendimi açıyorum.

Bu yolda, bilincim, bilinç dışı aklım ve sezgilerim, en büyük yardımcılarımdır.

Yol arkadaşlığım boyunca, koçluk etiği ve sorumluluklarıma bağlı kalacağım ve bu kurallar çerçevesinde hareket edeceğim.

Şu anda, mevcut koçluk kimliğimle bütünleşiyorum. Öz varlığıma, bilinçli aklıma, bilinç dışı aklıma ve Koç ile Koçluk hizmeti alan kişiyi "BİZ" yapacak olan birlik alanına (Bütünsel alana) teşekkür ediyorum.

19 Mart 2013 Salı

Eğitimde Niçin Koçluğa İhtiyaç Var?

Eğitimde Niçin Koçluğa İhtiyaç Var? -  Anonim  

-Okul ve hayat başarısını kazanmak için doğru odaklanma şarttır.
Koçluk, doğru odaklanma sağlar.

-Koçluk, öğrenmeyi öğrenme yöntemlerini içerir. Öğrenmeyi, soru sorma sanatı ile öğretir.

-Güçlü sorular, öğrencinin kendi doğrusunu bulmasını sağlar.
Öğrenciyi harekete geçiren ona söylenenler değil, onun kendine söylediklerdir.

-Koç, çözümü göstermez, kişiye buldurtur.
Böylece öğrenci, kendi bulduğu çözümleri uygulayarak başarılı olur.


-Koçluk sistemi, öğrencinin bulunduğu nokta ile ulaşmak istediği noktayı tesbit eder ve ölçümler.
Böylece ilerleme tek bir görüşmede hızla sağlanır.


-Koçluk sistemi, öğrencinin hedeflerini yazılı hale getirerek takip eder.


-Koç, eylem adımlarını karara bağlar ve takip eder. Yapabilmenin gücüne değer verir.

18 Mart 2013 Pazartesi

Eğitim Koçluğu Nasıl Uygulanır?

Eğitim Koçluğu Nasıl Uygulanır? -  Anonim  15/03/2013

-Koç ile Koçluk hizmeti alan (KA) arasında bir saatlik (60 dakikalık) görüşmeler şeklinde bire bir uygulanır.

-Sınıf ortamında, anlatılan konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için güçlü soru teknikleri kullanılması yoluyla uygulanır.

-Öğrencinin, öğrenmeyi öğrenmesini kolaylaştırmak bakımından öğrenci gruplarına uygulanır.

-Bire bir koçluk uygulamalarında konuşma konusunu(gündemi) hizmet alan öğrenci getirir.

-Koçluk görüşmelerini yönetmek KOÇ'a aittir.

-Hizmet alan kişi (KA) konu çerçevesinden çıkıyorsa, Koç, konuşma konusunu hatırlatır.

-Hizmet alan kişi (KA) negatif ifadeler kullanıyorsa, Koç bunların pozitif şekilde ifade edilmesini sağlar.

-Koçluk hizmeti "İSTEKLİ" olan kişi ile yapılır. İsteksiz kişi ile koçluk uygulaması yapılmaz.

-Koçluk hizmeti, "KİŞİNİN KONTROLÜNDE" olan durumlara yapılır. Kişinin kontrolünün dışında kalan durumlara koçluk yapılmaz.

-Koç, hizmet alan (KA)'ın konuştuklarını kısa notlar şeklinde not alır.

-Mutlaka eylem adımları konuşulur ve takip edilir.

-Eylem adımlarını uygulamak Koçluk hizmeti alanın (KA) sorumluluğunda, takibi ise Koç'un sorumluluğundadır.

14 Mart 2013 Perşembe

Zamanın canı, "An"dadır

Zamanın canı, "An"dadır -  İsmail Barış Özpazarcık  

İçimizde ve dışımızda bulunan her kaynak canlı bir bilinçtir.

Ve her kaynağın bir özü vardır. Ondaki Öz'ü görürseniz, o kaynak size yardım etmek üzere harekete geçer. Onun enerjisini açığa çıkarmanın yolu, içinizdeki kaynak olan Öz'ü, dışınızdaki mevcut kaynaklarda da görüyor olmanızdır.

Zaman, bir kaynaktır. Zaman kaynağını bilinçli bir biçimde kullanmak bilinçli yaşayan insanın işidir.

"Zaman kaynağını bilinçli bir biçimde kullanma niyetiniz, onunla dostluk kurmanızın anahtarıdır.

Zaman, an'lardan ibarettir. Canlı olan 'an'dır.

"An"ın canlı enerjisinin içinde nefes alırsınız. Eylemlerinizi an ve an yaparsınız.

Yemek yaptığınızı varsayalım.

Bu eylemi yapıyor olmanın anlamı nedir?

Anlamını ifade edersiniz; örneğin, ailemle keyifli bir zamanı paylaşmak... Arkadaşımla huzurla sohbet etmek...

İş toplantısına girmek üzere olduğunuzu varsayalım.

Bu eylemi yapıyor olmanın anlamı nedir?

Çocuğunuza zaman ayırdığınızı varsayalım...

Bu eylemi yapıyor olmanın anlamı nedir?

Anlamı ifade edersiniz...

İfade ettiğiniz anlam, sizin olumlu niyetinizle, sizi iyi hissettirecek, başkalarına, hayata fayda sağlayacak anlam ise; oradaki enerji akışının canlı bir şekilde hızlandığını, olumlu değişimler sağladığını hissedebilirsiniz.

Zamanın canı, "an"dadır.

An'daki canlı enerjiyi olumlu niyet ve ifadelerle harekete geçirdiğinizde, zamanı bilinçli bir biçimde kullanmaya başlarsınız.

Zaman, işte o zaman, sizi efendisi gibi görerek, size servis yapmaya başlar.

6 Mart 2013 Çarşamba

Farklı Zamanlar , Benzer Duygular: Şair Sappho ve İyilik Yapmak Üzerine:

Farklı Zamanlar , Benzer Duygular: Şair Sappho ve İyilik Yapmak Üzerine: -  Özden Özel 

Sık sık gelecekler

Onlara, çünkü bana

En çok kötülük edenlere

İyilik ettim.

İsteyerek

Çektim bu acıyı

Kendi kendime

Bilincindeyim...

        Mö. 7. YY’ın sonunda Midilli Adası’nda yaşamış bilinen ilk kadın şairdir Sappho. Şiirlerinde kişisel duygularına en çok da aşka yer vermiştir.  Ve kişiler arası ilişkilere. Peki yüzyıllar öncesinde yaşamış bir şair olan Sappho’nun şuanki dünyamızda yaşayan insandan farkı nedir? Belki alışkanlıkları farklıdır bekli de  içinde bulunduğu dünyanın yaşanma tarzı. Evine girildiğinde hayatını kolaylaştıran teknolojik aletleri yoktur muhtemelen uzaktan uzağa internetten kimseyle de yazışmamıştır  fakat  benzer duyguları vardır. Ve duygularının ortaya çıkardığı davranışları. Örneğin iyilik yapmak gibi.  İyilik, yapmak,  en doğal tanımıyla bir insanlık halidir. İnsanın var olduğu ilk günden beri vardır. Mecburi değildir aynı zamanda karşılıksızdır. Karşılıksız olduğu içinde beklentiye sokmaz. Beklentiye sokmayan bir şey ise hayal kırıklığı yaratmaz. Bundan dememişler midir, “Yap iyiliği, at denize“diye? Yapılan iyilik karşısında alınan olumsuz bir tutum ya da alınmayan bir teşekkür kişiyi bu davranışın devamını getirmemesine neden olabilir. Bu nedenle İyilik yapan kişinin dikkate alması gereken ilk şey budur: “Karşılık beklememek”.   Çoğu kişinin içinde “iyilik yap, kötülük bul” gibi sabotajcılar durmadan çalışıp olası bir  iyilik halini başlamadan bitirmeye çalışırlar.  Oysa İyilik yapmak, günümüzde öldüğü sanılan “İnsanlığın “ bir belirtisidir. Kişiye kimsenin bilmediği bir ödülü gizliden gizliye çıkarır  verir: İyi bir insan olmayı…

27 Şubat 2013 Çarşamba

Teknolojinin mesajı nedir?

Teknolojinin mesajı nedir? -  İsmail Barış Özpazarcık 
Neden parmaklarımızla dokunduğumuz anda mucizevi biçimde çalışıveriyor makineler?
Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon, klima, bilgisayar
Bir dokunuşta bin tane işlem yapıyorlar.
Sahi, neden?
Yakın zamana kadar akla hayale sığmaz telefonlar ceplere sığıyor.
Ekranına dokunuyorsun, yapmadığı şey yok. Fotoğraf, video, mail, müzik, tv...
Teknoloji parmağımızın ucunda dans ederken verdiği mesaj nedir?
Tekamülümüz de son hızla bizimle dans mı etmekte?
Gelişim ve değişim için fırsatlar aynı hızla hayatımızda seyretmekte
olabilir mi?
Parmaklarımız kadar hızlı ve hareketli hayatımızda dokunacağımız hangi alanlar var?

25 Şubat 2013 Pazartesi

Neler yapıyor olsaydın....


Neler yapıyor olsaydın yaratıcılığını şu anda sahip olduğundan daha ileri bir noktaya taşımış olurdun?

18 Şubat 2013 Pazartesi

Mutluluk

Mutluluk -  Nadire Dinç  

Zenginlik ve mutluluk arasındaki ilişki doğru orantılıdır. Bu anlayışa göre bir kimse ne kadar çok tüketirse o kadar çok mutlu olur. Yapılan çalışmalar bu anlayışın belli bir eşik değere kadar manalı olduğunu ancak belli bir sınırdan sonra doğru olmadığını göstermiştir. Mutlulukla bağlantılı zenginliğin sınır değeri yeme, içme, barınma, sağlık, giyinme temel ihtiyaçların karşılanmasıyla alakalıdır. Gerçekte ise zenginliğin mutluluk değil, insanın gerekli ihtiyaçların karşılanması ile ortaya çıkan bir rahatlamadır.
Tüketim çılgınlığı her şeyin en iyisini en yenisini en moda olanı satın almaktan kaynaklanıyor.  Televizyon, telefon, bilgisayar,  gibi örnekler;  iş para kazanmak maddiyat üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Ailemizle, arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle bu yüzden zaman ayıramıyoruz. Mutlulukta anı yaşayamıyoruz. Ya geçmişe özlem duyuyoruz, ya da gelecekte mutlu olmayı istiyoruz. Anda yaşamadığımız için yakındakileri kırıyoruz. Daha başarılı nasıl olabiliriz ve daha zengin nasıl olabiliriz düşüncesindeyiz. Anne baba çocukların beraber evin ihtiyaçların karşılanması, amacıyla yapılan alışveriş, pişirilen yemekler, hep beraber yenen yemekler, bugün neler yaptın sorusu, bununla ilgili dinlemekle, çocuğun seçtiği oyunlar oynamak, yapılan doğa yürüyüşleri belki küçük mutluluk sağlayabilir.
Reklamlarda tüketimi arttırdığı kesin, sevdiğimiz dizilerdeki oyuncuların kullandığı saat, telefon, takı gibi eşyaları almak istiyoruz her şey bizim olmalı. Daha üstün olma derdindeyiz. Özel günler, sevgililer günü, anneler, babalar günü, sadece bu günlerde sevdiklerimizi düşünüyoruz.
Bu teknoloji bizi yiyip tüketiyor. Sadece bizi değil doğal kaynaklarımızda tüketiyoruz. Dünya Doğal Hayat Fonu dünyada tüketiminin aynı hızla sürmesi halinde 2050 yılında yaşamak için iki gezegen daha ihtiyaç  duyulacağı  uyarısında bulundu.Canlı yaşamının sürebilmesi doğal kaynakların üçte biri insanlar  tarafından tüketildi.Hava kirliği,asit yağmurları,ozan tabakasının delinmesi,,küresel ısınma,zehirli kimyevi radyoaktif atıklar gibi ormanların yok edilmesi, toprak bozulması,erozyon,ormanların yok edilmesi,gibi belli başlı çeşitli problemler  .Biyolojik çeşitliğin azalması 350 hayvan türü tükeniyor.Raporun  bulgularına göre 350 memeli,kuş, balık ve sürüngen türü de soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.Rapora göre ortalama bir  A.B.D   vatandaşı  bir İngiliz’in  iki katı bir Afrikalın  ise  24 katı doğal  kaynak tüketiyor.
Çoğu zaman tüketimin artması, strese, aile içindeki ve sosyal hayattaki rolleri yerine getirmede zaman darlığına, borçlanmaya, şişmanlığa çeşitli hastalıklara, sosyal ilişkilerde bozulmaya ve cevre problemlerine yol açmakta hayat kalitesini düşürmektedir. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde meydana gelen ölüm sebepleri bu duruma uygun bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim bu ülkelerde meydana gelen ölümlerin %42 gibi büyük bir nispeti damar, kalp hastalıklarından ve kanserden kaynaklanmaktadır. Bu hastalıkların gelişmesinde ise aşırı tüketimin şişmanlığın dengesiz beslenmenin büyük rolü bulunmaktadır.
Belli bir hayat kalitesinin kazanılması yolundaki çalışmalar iç huzurun kaybetmesine yol acıyor. Buda insanlarda psikolojik olarak depresyona neden olabilir. Yani mutsuz, çökmüş, umutsuz insan; gitgide karamsar, duygusal içe kapanık, hiç bir şey yapmak istemiyoruz.
Üret ve sınırsızca tüket anlayışı içindeyiz. İnsanlığın büyük kısmı fakirlik, açlık, cahillik, savaşlar, çatışmalar, salgın hastalık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sosyo-ekonomik problemlerlesin kıskacında hayatını yaşamak mecburiyetinde kalmıştır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele…

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele… -  İsmail Barış Özpazarcık  

Hayatın içinde yaşarken; "taraf" olmadan duramıyorsun öyle mi?

Bir şeylere karşı taraf olmak fena halde çekici gözüküyor.

Çünkü savunuyorsun, ateşleniyorsun, dalgalanıyorsun, coşuyorsun, köpürüyorsun…
Bu iniş çıkışlı duygu durumlarını pek seviyorsun.

Dünyanın tek pencere var; o da senin penceren öyle mi?

Senin görüş açının dışında kalan her şeye kepek kapatman bundan.

Senin kapattığın kepenklerin, yüreğini de kilitliyor, farkında mısın?

Sana kızardım eskiden. Anladım ki, bu kızgınlık beni senden daha da uzaklaştırıyor.

Sormadan da edemiyorum yine de: Sen bu dünyanın bir parçasıysan, diğer pencerelerin olmadan nefes alabilir misin?

Kendi dünyanı temizlemeden, dünyanın çöpünü temizleyebilir misin?

Dünya kadar pencerenin biri sende… Aç bak, ne göreceksin: Dünya kadar manzara… Dünya kadar duygu… Dünya kadar acı… Dünya kadar sevinç…

Çünkü her şey, her şeyle iç içe.

Çünkü yaşam, 360 derece…

Sadece kendimize ait dünyamızdan bakıyorsak, görebildiklerimiz sınırlıdır.

Bakmak, görmek değildir. Görebilmek için, bütüne dahil olarak bakmayı bilmek gerekir.

Bütünden kendini kopardığın anda, sana ait zihni her şey zannedersin.

Bu, elindeki üç-beş puzzle parçasını, o oyunun bütünü olduğunu iddia etmek gibidir. Oysa o Puzzle’ın 99 parçası vardır.

Sen bir puzzle oyununun içindesin. Elindeki puzzle’ları her şey zannediyorsun.

Belki de bu yüzden, her şey yaşanıp bittikten sonra, hatalarını gerçekten görebiliyorsun.

“Zannetmiştim ki…” diyorsun.

Hayat da sana,”her şey zannettiğin gibi değilmiş, kabul et!” diyor.

“Tamam pekiyi, teslim oldum diyebiliyor musun? Yanlışlarından öğrendiklerini yanına alıp, geri kalanı geride bırakabiliyor mıusun?


İşin kolayına kaçıp yargılayıcı bir tutumla yaşayıp gitmek de mümkün tabii…

Bir şeyleri değiştirmek mi? O da ne? Hangi güçle? Ben yapamam. Kimse de yapamaz. Nokta.

Gelsin şikayetler, gitsin mazeretler…

Giydiğin acizlik kıyafeti, bu bedendeki senden beklenilen değil.

Giydiğin cehalet kostümü ise, bir an once üstünden çıkarıp atman gereken bir aciliyet arz etmekte.

Cehalet kostümünün içindeki parçaları nerede görsen tanırsın:

Kınamak, kötülemek, suçlamak, dışlamak, ötekileştirmek, fanatikleşmek, radikalleşmek…


Kendi "taraf"ımızdan bakınca her şey berbat olabilir...
Ya da tam tersi, günlük güneşlik gözükebilir.

Fakat asıl olan, tüm tarafların "bizim" olması… Bize ait olması…

Kendi dünyam, iki göz bir zihin olursa; yaşam mucize olmaktan uzaklaşmaz mı?

Benim dünyam, tüm insan kardeşlerimin dünyası ile bir olursa, öz ve öz bizim olmaz mı?..


Hayat, Tanrı, Allah, Evren… ne derseniz deyin; bizden "taraf" olma halimizi aşmamızı istiyor.
Kendini yaşamın içinde  öyle bir var et ki; kendi nefsini unutabilen nefis bir insan ol…

Kendini öyle bir biçimde ifade et ki, ifade ettiğin aslında hepimizin özündeki o iyilik ve güzellik olsun.

Kendini öyle bir gerçekleştir ki, gerçek olan özünden gelen bilgelik olsun.

Bununla birlikte... Bir yanının “Taraf” oyununu sevdiğini de hatırla. Çünkü o yanın seninle birlikte hayatını sürdürüyor.

“Taraf” olmaya, “radikalleşmeye”, ötekileştirmeye, seni farklılaştırmaya bayılıyor.

Diyor ki, “Sen sıradan olmamalısın.”

Evet, diyorsun, “Diğerlerinden başkayım zaten…”

“Diğerleri ve sen, “ diyor, bölüyor…

“BEN…” diyorsun, kudretini, azametini göstermek istercesine…

Ve her “BEN” dediğinde, biraz daha küçülüyorsun…

Oysa sen büyümek istiyorsun değil mi?

Büyümen için, içindeki o çocuğun saflığına dönmen gerekli.

Ne kadar küçülebiliyorsan o kadar arınıyorsun. Ne kadar arınıyorsan o kadar büyüyorsun.

İçinde bir yerlerde saklı olan o çocuk, senin en değerli öğretmenin. Ve sen onu bulup kendine yol arkadaşı yapmak durumundasın.

Yaşamda yol alman ve hatta hayatta kalman, onunla buluşabilmenle ilgili.

O’nu bulmak mı istiyorsun?

O’na kulak ver.

Şunu fısıldıyor: Yar-gı-la-ma-yı -bı-rak!...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Düşünce tarzımı değiştirdim, hayatım değişti

Düşünce tarzımı değiştirdim, hayatım değişti -  Eda Cömert  
Hayatta nerede olursanız olun neyin yaratılmasına katkıda bulunursanız bulunun, neler olduğuna bağlı olmaksızın sahip olduğunuz anlayış, bilgi ve farkındalıkla daima elinizden gelenin en iyisini yaparsınız.
Farkında olarak ya da olmadan yaptığımız bu davranış şekilleri, Günümüzde'' Yaşam Koçluğu'' denilen rehberlik sürecinin adımlarıdır.
Düşünce tarzımı değiştirmeye istekli olduğum taktirde, hayatımı da değiştirebileceğimi ilk kez duyduğumda önce inanılmaz, sonrasında merak uyandırıcı ve çekici gelmişti.
Bu konuyla ilgili farklı alanlar, farklı kitaplar okuyup deneyimledikçe, gördüm ki hayatta birşeyler değişiyor! Evet değişime gerçekten inanıyor ve istiyorsanız hayatınız değişiyor!
İnsanların kendi yaşamlarının kontrolünü ellerine almalarını, kendi güçlerini, içsel bilgilerini ve güçlü yönlerini keşvetmelerini, yaşam yolunda önümüze çıkan engelleri aşıp, şartlar ne olursa olsun kendilerini sevmenin önemini bilmek, bunu yaparken şimdiyi düşünüp, geleceği planlamak, kontrolü elimizde olan şeylere sahip çıkıp, olamadıklarımız için geçmişe teşekkür edip yola devam etmek...
Koçluk sürecinin bana kazandırdığı en önemli duygulardı.Hayatımı kendi istediğim renklere boyama fırsatını verdi, ''Anı, Şimdiyi'' daha keyifli yaşamamı sağladı.
Duygularınızı sahiplenerek, değişimi kendi renklerinizde boyuyarak, yaşam denen vadeli zamanı daha anlamlı kılmanızı diliyorum.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Yoga ile Düzenli Uyku


Yoga ile Düzenli Uyku -  Esin Yılmaz  
Uyumakta zorlananlar, sabah kalktıklarında hiç uyumamış gibi kendini yorgun hissedenler ya da “insomnia” hastası olanlar için etkili bir yöntem: YOGA
Yoga ile uyku düzenimizi nasıl sağlarız?
Uyku problemimizi çözmek için en sık başvurduğumuz ve bize en kolay gelen yol,  uyku hapları veya sakinleştiricilere sarılmaktır. Ancak ne yazık ki bu yöntem, bedenimizin gösterdiği reaksiyona  karşı direnç göstererek, aslında yeni hastalıkların habercisi olmaktan başka bir işe yaramaz. Öte yandan özellikle yoğun ve yorucu iş hayatı olanların vazgeçilmezi olan kafeinli içecekler de uykusuzluğu tetikleyen bir diğer unsurdur. Öyleyse öncelikle bazı alışkanlıklarımızı değiştirmekle işe başlayabiliriz. Bu sayede yoga çalışmalarımızdan da daha verimli sonuç alırız.
Yogada derin uykuya geçiş, yatmadan önce uyguladığımız gevşeme duruşları, meditasyonlar ve nefes teknikleri ile sağlanabilir. Uykuda geçirdiğimiz zaman sadece dinlenme süreci değil, aynı zamanda beynimizin yenilenme sürecidir. Bu yüzden yogada zihnin sakin ve barış içinde olması çok önemlidir. Sonrasında bedenin gevşemesi, kalbin belli bir ritimde çalışması ve kasların rahatlaması onu takip eder.
O halde bunların hepsini gerçekleştirmek için hangi asanaları uygulamalıyız, onları görelim:
1)Uttanasana(Ayakta öne eğilme): Dizlerinizi kırmadan, bacaklarınız düz olacak şekilde eğilebildiğiniz kadar eğilin. Düzenli nefes alıp verin. Uttanasana, ayakta yapılan duruşlar arasında dinlenme pozu olarak da uygulanabilir. Duruştan çıkarken nefes verin ve sırtınızı düzelterek, kambur yapmadan düz bir şekilde kalın.
2)Balasana(Çocuk Duruşu): Dizleriniz bitişik olarak diz üstü durun ve topuklarınızın üzerine oturun. Öne eğilip alnınızı yere koyun. Kollarınızı vücudunuzun iki yanında arkaya uzatın, avuçlarınız yukarı baksın. Omuzlarınızı gevşetin.
3)Paschimottanasana(Oturarak öne eğilme): Düz bir zemin üzerinde ayaklarınızı uzatarak sırtınız dik olacak şekilde oturun. Yavaşça soluk vererek kollarınızı ayaklarınıza doğru indirirken gövdenizle öne doğru yavaşça eğilin. Ayaklarınızdan tutarak gövdenizle bacaklarınızın üzerine kapanın ve sakin bir şekilde kalın. Düzenli bir şekilde nefes alıp verin.
4)Halasana(Saban Duruşu): Düz zemine  sırt üstü uzanın. Her iki bacağınızı havaya kaldırın ve nefes vererek yavaşça başınızın gerisine uzatın. Eğer boyunda veya belde zorlanma hissediyorsanız, veya fıtığınız varsa parmaklarınızı yere değmesi için zorlamayın. Şayet yere değiyorsa, ellerinizi ayaklarınıza doğru uzatın, ayak parmaklarınızı içe doğru kıvırıp topuklarınızı yavaşça yere doğru itin. Kalabiliyorsanız 1.5-2 dakika bu şekilde kalın.
5)Savasana(Derin Gevşeme Duruşu): Yere sırt üstü uzanın. Kollarınız gövdenizden 15 cm. uzakta olsun ve avuçlarınız yukarı baksın. Parmaklarınız hafifçe bükülebilir. Bacakları ve ayakları iki yana doğru açın. Başınız sağa sola düşmeden bedeni sabit tutun. Üzerinize hafif bir örtü alabilirsiniz. Gözlerinizi kapatın. Yaklaşık 10 dakika kadar bedeninizi rahat bırakın.
6)Sarvangasana( Mum Duruşu); da uykusuzluk için önerilebilir. Bu duruşta bütün yük omuzlar ve boyunda olduğu için herkes uygulayamayabilir. Özellikle yüksek tansiyon hastaları, boyun fıtığı olanlar, kronik baş ağrısı çekenler çok dikkatli yapmalılar bu hareketi. Aksi takdirde sakatlanmalara yol açabilir.
Sırt üstü uzanın. Ellerinizi belinizin altına yerleştirin ve ellerinizin yardımıyla, kollarınız yerde kalacak şekilde tüm bedeninizi yerden yukarı doğru kaldırın. Omuzlardan ayaklara kadar bedeninizi havada düz bir şekilde tutmaya çalışın. Dilersek hareketi, bedenimizi duvara dayayarak da yapabiliriz.
Yogayla sadece uyku sorunumuza değil, her derdimize deva bulabiliriz. Bulmaya da devam edeceğiz. Yeter ki bedenimiz ve zihnimiz bizimle olsun.
Hepinize yogayla süslenmiş tatlı rüyalar dilerim

29 Ocak 2013 Salı

Yoga ile Depresyondan Uzaklaşmak

Yoga ile Depresyondan Uzaklaşmak -  Nazan Nurhan Yıldırım 
Bizler, “depresyon” kelimesini kullandığımızda, hayal kırıklığına uğramışlığımızdan, moralimizin bozuk olmasından veya bir kaybın acısını hissetmekten söz etmeyiz. Bunlar, hepimizin zaman zaman deneyimleyebileceği normal ruh halleridir. Gerçek anlamda yani klinik anlamda depresyon, yaşam kalitesini belirgin şekilde düşürecek ve tedavi edilmediği takdirde intiharla sonuçlanabilecek, sürekli olarak üzgün, umutsuz ve bazen de sinirli olma halidir. Doktorlar, ilaçlar ve bazen psikoterapi yardımıyla, hastalarının ruh halini iyileştirmeye çalışırlar ama yoganın çok daha yüce hedefleri vardır. Yoga, sadece depresyonda olan kişileri deprasyondan kurtarmak değil, aynı zamanda zihinlerine huzur vermek,ve onları yaşamın daha derin amacıyla birleştirerek , mutluluk kaynağına bağlamak ister.

 Depresyonda olan insanların, yaşam enerjileri veya pranaları düşüktür.Bu nedenle, vücuda nefes getiren, özellikle derin nefes almaları içeren uygulamalara odaklanmaları sağlanmalıdır. Vücut ve zihin uygulamaya o kadar odaklanır ki kişinin olumsuz düşüncelere dalmaya fırsatı olmaz. Asanaların da ciddi faydalarından  yararlanmaları sağlanır.Bu hareketli uygulamalar , gergin enerjilerinin bir kısmını atmalarına yardımcı olur ve dikkatlerini toplamalarını sağlar.

 Yoga, hayatın huzurlu, mutlu, keyifli olabileceğini ve bu mutluluk ve tatmin kaynağının kendi içimizde bulunabileceğini öğretir.  Çeşitli yoga uygulamaları, sadece bizi oraya ulaştıran araçlardır. Birkaç yoga uygulaması sadece depresyonu gidermekle kalmaz, aynı zamanda insanların derin bir mutluluk ve huzur kaynağıyla buluşmasını sağlar.

İnsanların, depresyondan çıkış yolculuğu, şimdi bulundukları yerden tek bir adım uzaklaşmalarıyla başlar….. İşte o adımın adı…. Yoga…

24 Ocak 2013 Perşembe

Temsil Sistemlerimiz

Temsil Sistemlerimiz -  Ali Ceyhan 
Duyu organlarımız bizim dış dünyaya açılan pencerelerimiz, başka bir değişle dış dünyayı algılama kanallarımızdır. Bütün bilgilerimizi duyularımız sayesinde elde ederiz. Duyularımızı  kullanma biçimimiz ise bizim düşünce ve deneyimlerimizi etkiler. Karşımızdaki kişilerin düşünme biçimlerini bilmek , yani görsel,işitsel ya da dokunsal(hissel) olup olmadıklarını bilmek özellikle öğretmenler ve herhangi bir konuda sunu yapanlar için oldukça önemli bir durumdur. Özellikle öğretmenlerimiz eğitim sürecinde öğrencilerinin öğrenme biçimlerini bilirlerse ve eğitim sürecinde bunlardan yararlanarak hareket ederlerse, her öğrenciye ulaşma şansını bulurlar ki buda daha kaliteli bir iletişim ve ardından kaliteli öğrenmeleri beraberinde getirir.
     Çevremizdeki örneklere baktığımızda gerek öğretmenlerimiz gerekse de her hangi bir konuda sunum yapacaklar genelde sadece işitsel kanadı kullanırlar. Ya da çok az görselle desteklenen işitsel sunumlar yaparlar. Bunu yaparlarken de kullandıkları kelimelere pek dikkat etmezler. Oysa görsel öğrenenler görmek ,  dokunsal öğrenenler dokunmak isterler. Ayrıca bu farklı öğrenme tiplerine sahip kişileri etkileyen yine farklı kelime , değim ve söz öbekleri vardır. Bu tür etkinliklerde motivasyonu daha uzun süreli tutabilmek ve daha kalıcı öğrenmeler sağlayabilmek için de yine dokunsal, işitsel ve görsel kelime , değim ve sözler kullanmaya özen göstermeliyiz.
     Temsil sistemlerimiz, farklı öğrenme tarzlarımızla bağlantılıdır. Eğitim ortamları çok farklı kişilere hitap ettiğinden ne kadar çok duyu organımıza hitap ederse, yani ne kadar değişik öğrenme biçimlerine hitap ederse, arzulanan hedefe de o kadar daha çok yaklaşılmış olur. Böyle olmadığı taktirde dünyanın en iyi işitsel sunusunu da sunsanız ,görsel ve dokunsal öğrenme sistemlerini tercih eden öğrencilere yeterince ulaşamaz ,onlarda kalıcı öğrenmeler oluşturamazsınız.
     Koçluk yaparken özellikle karşımızdakinin öğrenme sitillerini bilirsek onunla daha iyi iletişim kanalları oluşturur, onunla bir ve bütün olur,iyi bir yol arkadaşlığı temelinde ve güven ortamında çalışabiliriz. Bu konu eğitim sürecinde çok daha büyük bir önem arz ediyor.Çünkü öğretmenlerimiz geleceğimiz olan çocuklarımızın şekillenmesinde önemli bir görev üstlenmişlerdir. Bu nedenle  her öğretmenimiz öğrencilerini gözlemleyerek onların düşünme ve öğrenme sistemlerini tespit ederek özellikle oluşturacağı  öğrenme ortamlarını buna göre dizayn eder ve buna göre materyal hazırlarsa, yine konuşmalarını ve davranışlarını bu bilgiler doğrultusunda düzenlerse, çok güzel sınıf ortamları yaratarak ,öğrencilerimizin severek geldikleri ve hüzünle ayrıldıkları mükemmel eğitim ortamları yani sınıflar oluşturabilirler.

22 Ocak 2013 Salı

Koçluk, Koçluk Sistemi ve Dinleme Bilgeliği

Koçluk, Koçluk Sistemi ve Dinleme Bilgeliği -  Özden GEREN  
Hayatı anlamada yaşamı daha keyifli sürdürmede çok önemli bir farkındalıklar yaratan koçluk sistemi 1980 yıllarında ortaya çıkmış, olgunlaşma süreci başlamıştır.
Koçluk sistemi; insana, insanın iç dünyasına onun kendisi ve diğerleri ile olan ilişkisine evrensel değerlerle yaklaşan, onun beden-zihin-ruh bütünlüğü içinde, bütünün bir parçası olarak ele alan, çözümler geliştiren bir süreç programıdır. İçsel düşünce süreçlerinin, dış dünyamızı nasıl biçimlendirdiğini araştırır. İnsan varlığının doğasında bulunan bilgeliği aktivite etmeyi, ortaya çıkarmayı, hayata yansıtmayı, eyleme dönüştürmeyi hedefler.
Koçluk; Koçluk hizmeti alan kişinin hayatında denge ve doyum yaratmayı hedefleyen ve onu ileriye taşımayı amaçlamış bir süreç programıdır.
İyi bir koç olma yolunda yürüyen bir koç yada koç adayı; koçluk sistemi içindeki bilgileri kendine iyi bir şekilde geçirmeyi, içselleştirmeyi hedeflemeli ve bu yolda araştırmacı ruhunu, yanını hep aktif tutmalıdır.
Koçluk sistemi kişiyi çok geliştirici bir eğitim programı içermektedir. Bu bilgiler çok değerli olup içinde kadim bilgilerde yer almaktadır. Bunlardan bazılarını sıralamak isterim.
-Kurgusal/Akılcı/Bütünsel Düzlem
-Sağ/sol beynin işleyişi. Beyin Dalgaları(Frekansları)
-İçsel Kaynaklar
-Sınırlayan İnanışlardan Özgürleşmek
-Engelleri Kaldırmak
-Etkin Dinleme
-Kaygı/Stres Yönetimi
-Motivasyon
-Sürdürülebilirlik
-Değerler
Koçluk bilgilerinin hepsi birbirinden değerli olmakla beraber; Dinleme Bilgeliği üzerinde durmak isterim.
Dostluğun vazgeçilmez unsuru olan sohbet, sevgi ve erdem merkezli bir iletişim biçimidir. Dost bir yürekten çıkan sözler karşı yürekte güzel yankılar uyandırır. En güzel anlarımız dost meclislerinde sohbetle demlenir. 
Sohbette dostların konuşması kadar dinlemesi de önemlidir. Esasında konuşma ve dinleme yapışık kardeşler gibidir. Birbirinden ayrılmaz. İyi bir konuşmacı aynı zamanda iyi bir dinlemecidir. Sadece konuşan ve ama dinlemeyen kişinin konuşması da dinlenmez. 
Dinleme konuşma biçimine göre değişiklik arz eder. Konferans dinleme, ders dinleme, nutuk dinleme, sohbette dinleme gibi. Bizim yazı konumuz sadece sohbetlerde dinlemeye ilişkindir. 
Dinleme, sadece işitme değildir. Dinleme, kulaklara aklın ve gönlün iştirak etmesidir. Yani bütünsel dinleme yapmaktır. Dinlemek, iletilerin alınmasında etkin bir süreçtir. Dinlemek; algılamak, duyumsamak, özümlemek süreçlerini de içerir. Ve buna bütünsel dinleme denir. 
Dinlemek, sevginin artmasında, dostluğun geliştirilmesinde, yeni fikir üretilmesinde önemli rol oynar. 
Dinlemek,  hem bilgili olmayı hem de gayret ve güç sarf etmeyi gerektirir. Dinlemek bu bakımdan zordur, yorucudur, bir o kadar da kolaydır. Dinlemek büyük insanların özelliklerindendir. Bundan olsa gerek, Goethe “Konuşmak bir gereksinim, dinlemek ise bir sanattır.” demiş.

Sokrat’tan ders almak isteyen bir öğrenciden, ders ücreti olarak hatırı sayılır bir meblağ talep etmiş. Öğrenci “Ben bu kadar paraya 2-3 tane hoca tutabilirim.” deyince, Sokrat bu kez “İyi ama evladım ben bu paraya bir konuşmasını bir de dinlemesini öğreteceğim.” demiş.
Konuşma sanatı üzerine 20 kitap varsa, Dinleme sanatı üzerine 3  adet kitap var! Bu oran yurt dışında daha küçük. Konuş diye başlayan bir kutsal kitap yok. Kuran’ımız Oku diye başlar. Mesnevi “Bişnev” (Dinle) diye başlar. İki kulağımız bir ağzımız var. Bir söyle iki dinle. Dinlemek çok ince bir mekanizmadır.” 
Dinlemenin olmadığı yerde anlaşma olmaz. Dinlemenin olmadığı yerde konuşmanın anlamı kalmaz. Dinlemek;  gelişmenin, medeni olmanın, saygının, nezaketin temel taşıdır. 
Dinlemenin olmadığı yerde konuşmalar bir kör dövüşüne döner. Kişileri dinlemedikçe anlayamayız, anlamadıkça sevemeyiz. Dinlemeksizin konuşma anlaşmanın değil kavganın malzemesi haline gelir. 
Düşünürler dinlemenin önemine dikkat çekmişlerdir. Epiktetos “Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.” Oliver Wendell Holmes “Bilginin doğal sonucu konuşmak, bilgeliğin ayrıcalığı ise dinlemektir.” David J.Schwartz “Konuşmakla hiçbir şeyi öğrenemeyiz, ama sorup dinlemekle öğrenmenin sınırı yoktur” demiş. 
Dinlemek sohbetin temel unsurudur. Dinleme yoksa sohbet de yoktur. Fiziki beraberlik ve karşılıklı konuşma ve işitme vardır. Bu kadar önemli olan dinlemenin önünde hem fiziki hem de şahsi engeller bulunabilir. Dinlemeyi zorlaştıran ya da engelleyen fiziki unsurların başında gürültü gelir. Dinlemenin ön şartı sessizliktir.  
Dinlemenin önündeki şahsi engellerin başında önyargılı olmak gelir. Eğer dinlediğimiz kişiyle ilgili önceden edinilmiş bir hükmümüz, fikrimiz varsa, söylenenleri o açıdan değerlendiririz. Dinlemekten ziyade yargılarımızı doğrulayan verileri algılarız. Bu dinlemeyi ortadan kaldıran bir durumdur. 
Çok gururlu oluşumuz, kendimizi büyük görmememiz de dinleme konusunda bizi zayıf yapar. Dinlemek alçak gönüllüğün de bir nişanesidir. Dinleyerek öğrenme sürecini devamlı kılarız. Öğrenmenin nihai bir noktası da yoktur. Kendimizi çok bilgili görmemiz, gereksiz kifayet duygusuna kapılmamız dinlemeye engeldir. Dinleyerek sıradan insanlardan bile çok önemli şeyler öğrenmemiz mümkündür. 
Eğer sohbette sürekli başkalarının sözünü kesiyorsak; bu bir yandan başkalarına değersiz kendimizi üstün gördüğümüzün diğer yandan duygularımızı ve davranışlarımızı kontrol edemeyişimizin bir işaretidir. Böyle bir davranış insan olarak saygılı ve nezaket sahibi biri olmadığımızı da ortaya koyar. İnsanlar nezdinde değerimizi aşağılara indirir. Başkalarının sözünü kesen sohbet erbabı olamaz, dost olamaz. 
Dinleme konusunda duygudaşlık çok önemlidir 
İnsanın kibirli olması, kin sahibi olması, kıskanç olması, bilgisiz olması, ikiyüzlü olması, dinleme yetisini sekteye uğratan kötü niteliklerdir. İnsanın hoş görülü olması, samimi olması, bilgi sahibi olması, kendini geliştirmeye açık olması, insanları bir değer olarak kabul etmesi, erdemli olması dinleme konusunda önemli olumlu özelliklerdir. 
Dinleme konusunda mizah yeteneğinin de büyük rolü var. Mizah yeteneği olan kişi değişik bakış açılarına sahip olduğundan dinlemeye yatkındır. Mizah duygusuyla hareket ederek, her insanın keşfedilecek farklı bir dünyası olduğunu bilir. 
Dinlemeyi bilmek bir lider özelliğidir. Dinlemeyi bilmek bir bilgeliktir. Dinlemeyi bilmek takım ruhunun esas unsurudur. Dinlemeyi bilmek insan oluşumuzun temel özelliklerindir. Eğer dinlemeyi öğrenmemişsek konuşmayı da bilmiyoruz demektir. Konuşma yoksa iletişim yoksa anlaşma, kaynaşma ve dayanışma yok demektir. Güven yok demektir. 
Toplumsal barışı, kardeşliği sağlayabilmek için önce birbirimizi dinlemeyi öğrenmemiz gerek. Bunun yolu dost meclislerinde sohbet etmeyi becerebilmemizden geçer. Dinlemek yürekten yüreğe kurulan köprünün ayağıdır. İki insan olarak yan yana oturup bir birimizi dinleyemiyorsak toplum olarak bir ahengi sağlamamız, gerçek anlamda insan olmamız mümkün değildir.
Koçluk bilgileri ışığında hayatımızda dinlemenin önemi çok açıktır.
Ve her birey daha iyi bir dinleme adına kendine şu soruların cevaplarını aramalı: 
-Daha iyi dinleyebilmem için başka neler yapabilirim?
-Bu konudaki eylem adımlarım neler olabilir?
-Bunun sürdürebilir hale gelmesi için hangi kaynaklara ihtiyacım var?
Hayatın tadına bütünsel dinleyerek bakmak güzel olacaktır.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Sıradışı Bir Başarı Öyküsü

Sıradışı Bir Başarı Öyküsü -  Can Dündar  12/01/2013

Yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren beyin araştırmacısı Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün, güvercin beyni üzerine yaptığı araştırmalarla, “Almanya’nın Nobel’i” sayılan Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı
Bugün bir mucize öyküsü anlatacağım size... Bir engellinin, beyniyle önce engelleri aşmasının, sonra da insan beyninin sırlarını çözmesinin, ümitvar hikayesini...
> Onur adlı çocuk
> Hikayemiz 18 Ağustos 1962 günü Zonguldak’ta başlıyor.
> 4 yaşındaki Onur, o gün plaj dönüşü bisikletinden düştü. Sağ ayağını paslı bir teneke kesti. Gece ateşlendi. Sabah kalktığında pelte gibiydi. Çocuk felci gelip onu vurmuştu. Görüyor, anlıyor, konuşuyor ama hareket edemiyordu.
> Almanya’da tek başına
> Türkiye’deki tedavi 9 ayda sonuç vermeyince Onur’u Almanya’daki dayısının yanına götürdüler.
> Doktorlar, tedavinin başarısı için Almanca öğrenmesini şart koştu. “Kesinlikle Türkçe konuşmayacak” deyip annesinden ayırdılar Onur’u... Tekerlekli sandalyesinde yapayalnız kaldı; haftalarca tek başına ağladı.
> 8 aylık ayrılık sonucu Almancayı öğrenince, ailesi Almanya’ya yerleşti. Onur; korse ve atellerle yürüme talimine başladı. Uzun tedavisi sonunda yürüyemeyecek, ama ellerini kollarını oynatabilir hale gelecekti.
> Yaşgünü hediyesi mikroskop
> Okulundaki tek engelli ve tek Türk’tü.
> Hem okuyor hem de ağır omurilik ameliyatları oluyordu.
> Yaşgünü hediyesi olarak annesinden mikroskop istedi. Farklılığı ortaya çıkmaya başlamıştı. Çocuklar din ve beden dersindeyken o bahçede yalnız kaldığında karıncaların hakimiyet alanlarının haritasını çıkarıyor, topladığı böcekleri inceliyor, onların ayak biçimlerini kağıda çiziyordu. Vaktinin çoğunu kütüphanede geçiriyordu. Kendini hepten okumaya vermiş, yaşıtlarını geçmişti.
> Balıklar renkli mi görür?
> Ortaokul bitince oturma izinleri doldu, Türkiye’ye döndüler.
> Onur, 1973’te İzmir Atatürk Lisesi’nde liseye başladı. Teşekkürle geçti. Hedefi psikoloji okumaktı. Lise 3’te TÜBİTAK’ın bilimsel deneyler yarışmasında, balıkların dünyayı siyah beyaz gördüğünü kanıtladığı deneyiyle finale kaldı. Ödülü alamadı, ama doğanın sırlarını çözme ateşi içine düşmüştü bir kere...
> Liseyi birincilikle bitirip üniversite için Almanya’ya döndü.
> Beynin sırları peşinde
> 16 yaşında Bochum’da psikoloji tahsiline başladı. Çocukken yaptığı gibi, hayvanlar üzerinde çalışıyordu. “Fareler tek tek mi, grup halinde mi daha iyi öğrenirler”i araştırıyordu mesela...
> Bitirme tezi olarak “beyin”i seçti...
> Beyindeki zedelenmelerin sağ ve sol lobda yarattığı fonksiyon kayıplarının farklılıklarını inceliyor, beynin reorganizasyon sistemini çözmeye çalışıyordu.
> Kısmen insan beynine benzeyen, güvercin beyni üzerinde yaptığı ameliyatlarla diploma tezini verdi. Üniversiteyi 1980’de pekiyi dereceyle bitirdi ve hemen yardımcı araştırmacı kadrosuyla işe alınıp doktoraya başladı.
> Almanya’nın en genç profesörü
> Elektrofizyoloji, nöroanatomi, lateralizasyon alanlarında denemeler yapıyordu.
> 1982’de Monika ile evlendi. 1983’te oğulları Pascal doğdu.
> O yıl Bochum Üniversitesi Üstün Araştırmalar Ödülü’nü aldı. Henüz 24 yaşındaydı.
> 1984’te doktorasını bitirdi. Burs alıp Amerika’ya gitti.
> Dönüşte Almanya’da doçentlik tezini verdi ve 1992’de Alman Araştırma Fonu’nun 1 milyonmarklık bilim ödülünü kazandı. Bu ödülle 35 yaşında, Bochum Ruhr Üniversitesi’nde profesörlüğe atandı. “Almanya’nın en genç profesörü”ydü artık...
> Hala aynı amacın peşindeydi:
> “İnsan beyninin sırlarını çözmek, düşüncenin beyinde nasıl oluştuğunun mekanistik açıklamasını yapmak...”
> 250 güvercin üzerindeki yoğun çalışmaları sonucu, güvercinlerdeki beyin asimetrisinin oluşum sürecini ve mekanizmalarını keşfetmişti.
> Bu çalışmalarıyla 1995’te Almanya’nın en saygın bilim ödüllerinden Krupp Bilim Ödülü’nü kazandı. 1997’de ordinaryüs profesör oldu.
> Daha ötesi yoktu.
> Çocukluğundan itibaren çalışma disiplininden ödün vermeyen
> Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda ödül aldı.
Nobel’e bir adım: Leibniz Bilim Ödülü
> Geçen ay araştırmacı Kemal Yalçın’la İstanbul’da buluştuğumuzda, bana Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün için yazdığı biyografi kitabını hediye etmiş ve “Bu isme dikkat et. Çok yakında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ilk Türk olacak” demişti.
> Kitabı okudukça ben de buna inanmıştım.
> Nitekim 3 gün önce, bunun hiç de hayal olmadığına dair ilk bir ipucu geldi:
> Güntürkün, “Almanya’nın Nobel’i” sayılan “Leibniz Bilim Ödülü”nü kazandı.
> Şimdi sıra Nobel’de...
> Yayınevlerine önerim, bu mucize beyin araştırmacısının son derece ilginç hayat öyküsünün, bir an önce Türkçede basılması...
> Artık gençlere, biraz da böyle rol modeller sunmanın zamanı gelmedi mi?
Beyin nasıl karar alıyor?
Güntürkün’ün önemli çalışma alanlarından biri de beynin sağ ve sol lobları...
> Güntürkün, 10 yıl önce Kemal Yalçın’a beyin loblarının işleyişini anlatırken şöyle demişti:
> “İki beyin yarıküresini, içinden 200 milyon sinir lifi geçen, parmak kalınlığında bir köprü birbirine bağlıyor. İki beyin yarıküresi, birbirinden haberli olarak karar veriyor.”
> 10 yılda bu tezin tamamen yanlış olduğunu ortaya çıkarmış Güntürkün...
> Şimdi iki lobun birlikte değil, tersine birbiriyle rekabet içinde karar aldığını savunuyor. Diyor ki:
> “Beynin bir yarısı, ‘Sağa gitmek istiyorum’ derken, diğer yarıküre, sola gitmek isteyebilir. Bu durumda nasıl karar veriliyor?
> Bana öyle geliyor ki, birbiriyle tartışıp karara bağlamıyorlar, her iki hemisfer, kendi kararını veriyor ve bu kararlar çelişkili olabiliyor. Bu durumda baskın olan hemisfer, öbürünün karar verme hızını yavaşlatıp işi bitiriyor.
> Bunu tam ispatlayamadık, ama ispata doğru önemli adımlar attık.”
Güvercin beyninde araştırma
Onur Güntürkün, hayatına dair bu bilgileri 1995’te araştırmacı Kemal Yalçın’a anlatmıştı. Güntürkün’ün biyografisi, Milliyet Yayınları tarafından “Bilim Tutkusu” adıyla basılmıştı.
> Kemal Yalçın, kitabın 2. baskısı için bu yıl Güntürkün’le yeniden buluştu. Ona ödül kazandıran bulgularını şöyle anlattırdı:
> “Beynin parçalarının birbiriyle ilişkisini anlayabilmem için beynin içine girerek deneyler yapmam, beyin hücrelerinin elektrik akımlarını elektrotlarla kaydetmem lazım. Bunları ancak hayvan beyninde yapabilirim.
> Basit bir örnek vereyim:
> Güvercine kırmızı ve yeşil ışıklar gösteriyoruz. Yeşili gagaladığında iki saniye yem veriyoruz, kırmızıyı seçtiğinde üç saniye ışıkları söndürüyoruz. Bir süre sonra güvercin kırmızıyı sevmemeye başlıyor. Bunu ona öğrettikten sonra yeşil ve kırmızı enformasyonun hangi mekanistik yollarla karara bağlandığını çözmek için, sinir hücrelerindeki elektrik akımlarını, güvercin beynine yerleştirdiğimiz elektrotlarla kaydedip beyin birimlerinin görevlerini ve birbiriyle ilişkilerini anlamaya çabalıyoruz.
> 2011’de Belçika’da 6 ay süren bir bilimsel çalışma sonucu, güvercin beyninin parçalarının birbiriyle olan ilişkisini matematiksel modeller kullanarak ortaya çıkardık. Bu sonuç, benim 30 yıllık bilim hayatımın en önemli buluşlarından biriydi.
> Böylece beynin mimarisinin ilkelerini, temel yapı mekanizmalarını, işleyiş kanunlarını bulmuş olduk.”

Kuşköy’de kuşdili araştırması
Güntürkün’ün en ilginç çalışmalarından biri, “kuşdili araştırması”...
> Amerikan bilim insanlarının ortaya koyduğu bir teoriye göre insanın konuşma sisteminin asimetrisi, ünsüz seslerin akustik yapısına bağlı... Beynin sol hemisferi, ünsüzlerin tanınmasını daha iyi yaptığı için konuşma merkezi oluyor.
> Güntürkün, bunun sağlamasını yapmak için hiç ünsüz kullanmayan bir dili incelemeye karar vermiş ve “kuşdili”ni keşfetmiş.
> Tamamen ünlü seslerden oluşan bu ıslık dilini konuşan insanlarda sol hemisferin baskın olmaması gerektiğini düşünmüş. Bunu incelemek için de dünyada (Meksika ve Kanarya Adaları dışında) kuşdilinin konuşulduğu tek yer olan Giresun Kuşköy’e gelip araştırma yapmış.
> Kullanılan dilin, sağ ve sol hemisferdeki performanslarını ölçmüş ve sonuçta sol hemisferin ıslık dilinde de bir rol oynadığını kanıtlayarak, Amerikan bilim insanlarının söylediklerinin yanlışlığını ortaya koymuş.